Dindarlık düzeyi en düşük olan kişinin politik vizyonu, dine karşı olup tarihinden utananların çoğundan daha geniş ve belirgindir. Çünkü din ve tarih, dünyanın her yerinde politik vizyonun en temel ve etkili referanslarından sayılmaktadır.
Bu bağlamda İslami görüşü savunanların İslam’a ve kuramsal gücünü ondan alan yaşanmış yönetim pratiklerine şu ya da bu şekil ve tonda karşı duranlara kıyasla önemli bir farkı vardır ki, bugüne dek pek açık seçik formüle edilmemiştir. İslami dünya görüşünün eğitsel ve bilişsel süreçleri içinde az ya da çok ilerlemiş olan insanların hepsinin beyninin arka planında geçmişten beslenen son derece net bir vizyon bulunur. O vizyonun içinde bütün evreni ve bizleri an be an denetleyen Allah bilinci, dünyada O’nun meleklerince hakkımızda elde edilerek kayıtlara geçirilen verilere dayalı olarak hazırlanacak “ahiret iddianamesi”ne göre yargı önüne getirileceğimiz
Mahşer Günü, birer yönetişim modeli olarak Asr-ı Saadet (Mutluluk Çağı), Hz. Ömer’in ve Ömer Bin Abdülaziz’in sosyal zekaları ile birlikte yüksek yoğunluklu adalet kavram ve uygulamaları ve de yüce Osmanlı Devleti’nin yönetim anlayışı gibi önemli dinamikler yer alır. Aradan asırlar geçmiş olsa da, sürekli okuyup dinledikleri bu imgeler zihinlerinde hep tazedir.
Geçmişten beslenen o vizyonun üzerlerindeki etkisi mutlaktır, gerektiği yer ve zamanda bir tür refleks olarak açığa çıkar. Dolayısıyla hangi kamusal aygıt içinde yükselirlerse yükselsinler, geçmişten gelen o güzel örneklerle birliktedirler, yönetim anlayışlarını o örneklerin açık ettiği iyilikçi ilkelere göre belirlerler. Doğrusu bu, o kişi için olduğu kadar, günün birinde tepe noktasına tırmanabileceği toplumu için de yalnızca bir umut ve gurur vesilesi olarak kabul edilmelidir. Buna karşıtlık içinde, beyninde dini ve tarihsel bir arka bahçeden beslenen hazır insancıl bir vizyon ve yönetim modeli taşımayan bir kişinin muhtemel yöneticilik kariyeri hakkında iyimser düşünmek için biraz saftirik olmak gerekir. Böyle birinin aklının altına serilen bütün yönetsel postları kendinden başlayarak yakından uzağa doğru hısım akrabaya bir çıkar kaynağı olarak görüp kullanmaktan daha mantıksal bir seçeneği algılaması pek olasılıklı bir şey değildir. Çünkü insan mala, güce ve şöhrete düşkün olan hırslı bir varlıktır ve iktidar ona sınırsız nimetleri içeren bir çeşit dünya cenneti vaat eder.
Uzun zamanlar boyu dindarlığın kendisine “geri(ci)lik” olarak tanıtıldığı Türkiye toplumu, dindarlığın bir gerilik nedeni ya da tehlike değil, çok önemli bir kişisel artı değer olduğu, yeri doldurulamaz bir insani değer ve erdem olduğu gerçeğini yeniden keşfetme sürecindedir. Bu gerçeğin anlaşılıp kabullenilmesi, aynı zamanda ülke içinde sevgi, hoşgörü ve barış ortamının oluşmasında kat edilmiş önemli bir aşama olacaktır. Nitekim doğrudan Kur’an ve Sünnet’ten beslenen özgün haliyle İslamiyet ve yeryüzünün en sevgi dolu ve kibar insanı olan Hz. Muhammed, insanlar arasında dini veya etnik köken açısından ayırım yapmayı, herhangi bir kişi ya da kesimle alay etmeyi ve onları aşağılamayı yasaklamıştır. Tersine, hepimize sabır, sevgi, hoşgörü ve iyilik emredilmiştir. (Ancak bazen istisnai durumlar olabilir. Örneğin biri çıkıp dürüst, namuslu ve topluma yararlı olan biriyle alay ederek, hakkında onlarca yalan düzüp insafsızca, ilkesizce ve ahlaksızca saldırarak onu kötülemeye, iftiralar atmaya başlarsa, akıl ve vicdan sahibi kimselerin o alçağı durdurma veya bir karikatüre dönüştürme hakları saklıdır. Etrafa kurşun saçana ya da çamur atana çiçek atmak her zaman işe yarar bir yol değildir).
Burada, dindar insanların bir yönünü deşifre etmeye çalıştık. Sözün kısası, Türkiye’de kendini az veya çok dindar olarak tanımlayan herkesin zihninde İslamiyet’ten ve onun tarihteki parlak uygulamalarından kaynaklanan vicdani bir seçkinliğin yanı sıra, açık, parıltılı ve büyük bir vizyon da vardır.
Bu durum, dindar kimselerin kimlik ve imajını değerlendirmede göz ardı edilmeyecek kadar önemli bir ölçüttür.
2002 yılına geldiğimiz süreçte miras olarak bize “koskoca bir köy” bırakmış olan eski devletlilerimiz içinde İslamiyet’i özüne uygun olarak anlamış ve onu kullanma kaygısından uzak yerlerde içtenlikle sevip bağrına basmış biri var mıydı? İşte bize bırakılmış o kocaman köy, uzun müddet göklerimizde karabulutlar gibi dolaşmış olan o dar kafalıların lanetidir. Aramızda o ışıltılı vizyona sahip olup öne çıkabilmiş birileri olsaydı, elbette daha idealist ve dürüst liderler çıkarma şans ve şerefine çok daha erken erişmiş olabilirdik.
Böyle olunca kendi ömrümüzden kötülerin ömrüne ilaveler yapmış olduk. İyilerden çoğunun vadesi doldu; ama kötüler ve onların başı dimdik ayakta duruyor, şehirler dolaşarak kötülüğün yeni yetme adaylarına nifak dersleri veriyor…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.