
CÜBBELİ SALTANAT
Dün bir gazetede aşağıdaki satırları okurken olayın kıyıda kalan bazı farklı boyutlarını görünce, içimden üstümü başımı yırtarak, saçımı başımı yolarak, bağıra bağıra ağlayarak dağlara doğru kaçmak geldi içimden. Çok okunanlardan biri olan “Cennette İki yıl” adlı romanın gerçek kahramanı Rüzgar’ın kişiliğine, gücüne ve fırtınalı yaşamına bir kez daha gıpta ettim!
“İddianamede, örgüt üyelerinin kendi aralarında yaptıkları birçok telefon görüşmesinde yaptıkları faaliyetleri gizlemek ve ilişki içerisinde oldukları diğer şahıslarla bağlantılarının ortaya çıkmasını engellemek için telefonda görüşürken şifreli kelimeler kullandıkları belirtildi. İddianamede, örgüt üyelerinin fuhuş yapan kadınlardan “Zekat, Gömlek, Talebe ve Seyit” şeklinde bahsettikleri, fuhuş amacıyla yapılan görüşmelerden “Toplantı”, fuhuş yapan kadınlara ve aracılık edenlere verilecek paradan, “Gömlekler 200 lira, zekat için 200 dolar” şeklinde ifadeler kullandıkları, fuhuş amaçlı temin edilen kadınların çarşaf giydikleri ev için ise “Fatih Camii’nde dua edilecek kabir” şeklinde ifadeler kullandıklarının tespit edildiği anlatıldı.”
Bence bu cübbeli şahıs öncelikle mal varlığını beyan etmelidir. Haber ve iddialara konu olan şirketlerin, boğazdaki villanın, karısının altındaki 60.000 Euro’luk ciple kolundaki 10 veya 15.000 TL’lik saatlerin, dünyaca ünlü tatil beldelerinde jet-ski keyfinin ve benzerlerinin dinle ve dini tebliğle ilintili kaynakları var mıdır yok mudur? Çünkü bu ülkede bir imam veya vaiz maaşı ile iflah olunmaz ki böylesine lüks bir hayat yaşanabilsin…
1.Allah ve Resulü’nün aşkını ve gönlünü kazanmak.
2.Başkalarına hizmet ederek onları mutlu etmek, barış ve kardeşlikle dolduracağımız dünyayı “Cennet”in bir fragmanı haline getirmek.
Din üzerinden bir şekilde para, makam, şöhret ve ikbal kazanmaya çalışanların Allah Resulü’nün sünnetinden bahsetmelerini ve ahlakı üzerine söylevler vermelerini hiç anlamıyorum. Eğer insanların görülmemiş bir aşkla bağlandığı ve inandığı “En güzel İnsan”ın ahlakından söz edilecekse, ilk başta dini asla dünyevi bir çıkara dönüştürmemiş olmasını söz konusu etmek gerekir. O tüm Arap Yarımadası’nın başında kudretli bir devlet başkanı olduğu zaman da saraylara taşınmamıştı. Onun sarayı, üzeri hurma dalları ile kaplanmış birkaç kerpiç odadan ibaretti. Onun sarayı orasıydı…
Bugün O’nun sünnetinden ve ahlakından söz edenlerden bazıları İstanbul Boğazı’nda lüks villalarda oturuyor ve bunu dini anlatmaktan kazandıkları paralarla başardıkları anlaşılıyor. İşin daha kötü olan tarafı, yaptıkları işin normal bir şey olmadığını anlayamıyor olmalarıdır. Bir ara televizyon kanallarından birinde, Cevat Akşit adlı meşhur ilahiyatçı konuşuyor. O anda bir işle meşgulüm; ama kulağım orada… Sevimli ilahiyatçımız bir ara, “Ben bugün Türkiye’nin en çok kazanan ilahiyatçılarından biriyim.” demez mi? Dönüp baktım, acıyla güldüm ve kendi kendime, “Ya sizde bir tuhaflık var ya da ben çok aptalım. Eğer siz doğru yoldaysanız, saf kardeşlerimizin vay haline!” diye düşündüm.
Bunları söylediğim zaman, bazıları bana uzaylı görmüş gibi bakıyorlar. Ben de manevi aynamın karşısına geçip, “Acaba bende mi bir sıkıntı var?” diye uzun uzun kendime bakıyorum; ama “Kitap”ın hükümleri ve Allah’ın elçisinin söz ve tavırları çok açık olduğu için yine aynı noktaya varıp dayanıyorum: Müslümanlar, kokuşmaya başlamıştır. Çünkü dinden çıkar sağlanıyor, din üzerinden saltanatlar kuruluyor (Kardeşçe bir sevgi ve saygı duyduğum “samimi Müslümanlar”ı ayırıyorum).
Dinden bu türlü yararlanmaların yargılamasını dünya mahkemeleri ve yargıçları yapmıyor. Keşke yapsalardı. Onu, en büyük yargıç olan Sultan-ı Ezel ve Ebed “Uhrevi Yüce Divan”da yapacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.