CÜBBELİ SALTANAT

Dün bir gazetede aşağıdaki satırları okurken olayın kıyıda kalan bazı farklı boyutlarını görünce, içimden üstümü başımı yırtarak, saçımı başımı yolarak, bağıra bağıra ağlayarak dağlara doğru kaçmak geldi içimden. Çok okunanlardan biri olan “Cennette İki yıl” adlı romanın gerçek kahramanı Rüzgar’ın kişiliğine, gücüne ve fırtınalı yaşamına bir kez daha gıpta ettim!

 
Şimdi ilgili haberin alt başlıklarından birini ve içeriğini olduğu gibi alıntılıyorum:

“İddianamede, örgüt üyelerinin kendi aralarında yaptıkları birçok telefon görüşmesinde yaptıkları faaliyetleri gizlemek ve ilişki içerisinde oldukları diğer şahıslarla bağlantılarının ortaya çıkmasını engellemek için telefonda görüşürken şifreli kelimeler kullandıkları belirtildi. İddianamede, örgüt üyelerinin fuhuş yapan kadınlardan “Zekat, Gömlek, Talebe ve Seyit” şeklinde bahsettikleri, fuhuş amacıyla yapılan görüşmelerden “Toplantı”, fuhuş yapan kadınlara ve aracılık edenlere verilecek paradan, “Gömlekler 200 lira, zekat için 200 dolar” şeklinde ifadeler kullandıkları, fuhuş amaçlı temin edilen kadınların çarşaf giydikleri ev için ise “Fatih Camii’nde dua edilecek kabir” şeklinde ifadeler kullandıklarının tespit edildiği anlatıldı.”

 
Bu şahsın özel hayatı ve varsa kişisel günahları bizi zerre kadar ilgilendirmez elbette; ama bir pislik yapıyorsa, onu görünmez kılmak için kendine İslam’dan başka bir kamuflaj bulmalıydı. İslamiyet ve insana dair ne kadar fiziksel ve ruhsal güzellik varsa hepsinin mükemmel bir özeti olan Hz. Muhammed o denli duru, o denli berraktır ki, birilerinin gecenin karanlığı yeryüzünü örtünce azgın içgüdülerini doyurmak için izbe köşelere çekilerek işledikleri suçların üzerine bir örtü olmamalıdır. Biri bana para karşılığında ilişki için “ayarlanmış” bir bayanın deşifre olmaması için nasıl olup da “zekat” ve “seyyid” kelimeleriyle şifrelenebildiğini izah edebilir mi? Belli ki, bu taktik yürütülmekte olan kirli işin nezih İslami terimlerle ifade edilmeleri halinde hiç kimsenin kuşkulanmayacağı varsayımına dayanmaktadır.
 
Şimdi kim burada bir “dinden yararlanma” davranışı olmadığını söyleyebilir? “Seyyid” ne demektir? “Tüllerin ardındaki bakire bir gelin” gibi saf ve temiz olan Sevgilimiz Muhammed’in soyundan gelen kişiye “seyyid” denir. Bu güzel terim, uçkurunuzun keyfi için gizli saklı buluşup sabahlara kadar alem yaptığınız kadınların örtüsü olabilir mi?

Bence bu cübbeli şahıs öncelikle mal varlığını beyan etmelidir. Haber ve iddialara konu olan şirketlerin, boğazdaki villanın, karısının altındaki 60.000 Euro’luk ciple kolundaki 10 veya 15.000 TL’lik saatlerin, dünyaca ünlü tatil beldelerinde jet-ski keyfinin ve benzerlerinin dinle ve dini tebliğle ilintili kaynakları var mıdır yok mudur? Çünkü bu ülkede bir imam veya vaiz maaşı ile iflah olunmaz ki böylesine lüks bir hayat yaşanabilsin…

 
Dini tebliğ her Müslüman’ın omzuna yüklenmiş bir görevdir ve hiçbir şekilde maddi bir bedeli olmaz, olamaz. Hiçbir Peygamber bunu yapmamış ve hepsi de yasaklamışlardır. Kur’an’da en az birkaç farklı yerde bununla ilgili “nas” (açık ve kesin hüküm) vardır. Herkes anlasın diye çok açık söylüyorum: Bir Müslüman, İslam’ı anlatma misyonu bazında, örneğin yazdığı İslami içerikli kitaplar, katıldığı TV ve radyo programları, hazırladığı CD’lerden vs. gelen ücret ve telif ücretlerini bile kendisi için kullanamaz. Çok zor durumdaysa, belki ihtiyacı kadarını kullanabilir; ancak değilse mutlaka başka ihtiyaç sahiplerine dağıtmak zorundadır. Çünkü dini sadece iki şey için kullanabilirsiniz:

1.Allah ve Resulü’nün aşkını ve gönlünü kazanmak.

2.Başkalarına hizmet ederek onları mutlu etmek, barış ve kardeşlikle dolduracağımız dünyayı “Cennet”in bir fragmanı haline getirmek.

Din üzerinden bir şekilde para, makam, şöhret ve ikbal kazanmaya çalışanların Allah Resulü’nün sünnetinden bahsetmelerini ve ahlakı üzerine söylevler vermelerini hiç anlamıyorum. Eğer insanların görülmemiş bir aşkla bağlandığı ve inandığı “En güzel İnsan”ın ahlakından söz edilecekse, ilk başta dini asla dünyevi bir çıkara dönüştürmemiş olmasını söz konusu etmek gerekir. O tüm Arap Yarımadası’nın başında kudretli bir devlet başkanı olduğu zaman da saraylara taşınmamıştı. Onun sarayı, üzeri hurma dalları ile kaplanmış birkaç kerpiç odadan ibaretti. Onun sarayı orasıydı…

Bugün O’nun sünnetinden ve ahlakından söz edenlerden bazıları İstanbul Boğazı’nda lüks villalarda oturuyor ve bunu dini anlatmaktan kazandıkları paralarla başardıkları anlaşılıyor. İşin daha kötü olan tarafı, yaptıkları işin normal bir şey olmadığını anlayamıyor olmalarıdır. Bir ara televizyon kanallarından birinde, Cevat Akşit adlı meşhur ilahiyatçı konuşuyor. O anda bir işle meşgulüm; ama kulağım orada… Sevimli ilahiyatçımız bir ara, “Ben bugün Türkiye’nin en çok kazanan ilahiyatçılarından biriyim.” demez mi? Dönüp baktım, acıyla güldüm ve kendi kendime, “Ya sizde bir tuhaflık var ya da ben çok aptalım. Eğer siz doğru yoldaysanız, saf kardeşlerimizin vay haline!” diye düşündüm.

Bunları söylediğim zaman, bazıları bana uzaylı görmüş gibi bakıyorlar. Ben de manevi aynamın karşısına geçip, “Acaba bende mi bir sıkıntı var?” diye uzun uzun kendime bakıyorum; ama “Kitap”ın hükümleri ve Allah’ın elçisinin söz ve tavırları çok açık olduğu için yine aynı noktaya varıp dayanıyorum: Müslümanlar, kokuşmaya başlamıştır. Çünkü dinden çıkar sağlanıyor, din üzerinden saltanatlar kuruluyor (Kardeşçe bir sevgi ve saygı duyduğum “samimi Müslümanlar”ı ayırıyorum).    

Dinden bu türlü yararlanmaların yargılamasını dünya mahkemeleri ve yargıçları yapmıyor. Keşke yapsalardı. Onu, en büyük yargıç olan Sultan-ı Ezel ve Ebed “Uhrevi Yüce Divan”da yapacaktır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi