Alev Ayyıldız
Alev Ayyıldız

Çekirge Yiyen Mehmetçikler

Kolaydır sözde kahraman olmak hele günümüz Dünya’sında yalnızca şekilciliğe dönüştüğü için çok daha basite indirgenmiştir. Öyle aman aman manevi bir bilinç, milli bir şuur, kültür ve medeniyet kokan insan sevgisi de gerekmez artık kahraman olmanız için.

Bilakis biraz nasıl derler marjinal olmak, aykırı hareket edip ama en önemlisi bölücülük ve ayrımcılık kokan sözleri dilinizden eksik etmeyerek, aralıksız şikayet ve önyargıda bulunarak yabacı kelimeler sıkıştırılmış Türkçeyle konuşup, insanları da küçümser gözlerle izlediğinizde yaşarken bir parça, fakat öldükten sonra büyük yaygaralar koparacak kadar etkili olan bir kahramanlığa sahip olursunuz.

Yalnız elde edeceğiniz ün, mankurtlaşmanın son dile gelmiş şekliyle “Milyonların Don Kişot’u ya da Robin Hood’u” şeklinde olur. Zaten artık Köroğlu, Sütçü İmam ve milli savunma da yer almış milyonlarca kahraman Mehmetçikle anılacak değilsinizdir ya.Ucuz kahramanlığınız içi boş anlamsız övgü sözcükleriyle örtülürken, ölümünüzün ardından nerdeyse sizi bile şaşırtacak çalışmalara imza attığınız gün yüzüne çıkar. 

Hazır kahramanlıktan ve vatana hizmetten söz açılmışken dizi karakterlerinin cidden vatan kurtardığının sanıldığı, Deniz Gezmiş’in romantik komünist, Sabahattin Ali’nin neredeyse vatan şairi olarak nitelendirdiği ülkemizde Türkan Saylan’ın bu denli övülmesi tabiî ki yadırganmamalıdır.

Fakat işin enteresan yanı ve açıkçası beni rahatsız eden tarafı, kendisinin yaşarken gizlemediği ve açıkça ilan ettiği İslamiyet’e karşı tutumunu, o öldükten sonra örtme çabası oldu. Tasavvuftaki adıyla evliya, Batı kültüründeki deyimiyle azize haline getirilmeye çalışılması hoş değil. Eminim yaşasaydı kendisi de bu şekilde anılmak istemezdi. Birde Türkan Hoca’nın bilim alanında yaptığı çalışmalarla misyonerlik faaliyetlerini gizlemeye çalışanlar, hükümet adı altında devleti aşağılamaya başladılar.

Yönetimdeki mevcut hükümete ya da geçmiş iktidarlara yönelik eleştirileri, değerlendirmeleri bir yana ısrarla hükümet yerine devlet sözcüğünü kullanmaları ve insanları neredeyse devlete isyan noktasına teşvik etmeleri tahammül edilecek bir durum değil. Devletin başındakiler yani hükümet görevlileri baki değildir, ama devlet ulusun varlığındaki en önemli esastır.

Bende sizleri bu tahammülsüzlükten biraz sıyırıp bu devletin “DEVLET” olana kadar geçirdiği sürede canlarını düşünmeden veren gerçek bir kahramanından ve onun cennetlik yoldaşlarından bahsetmek istiyorum

Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitlerine isimli şiirinde bahsettiği 'Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın” sözünün çok yakıştığı bu kahraman komutan ve O’nun “Mehmetçikleri“ için ne dense az gelecek.Vatan aşkı, millet sevgisi, şahadet isteğinin timsal örneklerinden olan bu şanlı isim Medine’deki son Osmanlı Paşası Fahrettin Paşa’dır.

Ne acı ki çoğunluğun zihninde adı pek bir şey anımsatmasa da bugün kutsal emanetleri Londra müzeleri yerine Topkapı sarayında görmemize vesile olan Fahrettin Paşa, namı diğer “Çöl Kaplanı” İman ve manevi aşk kokan bir mücadelenin örnek mimarıdır. Kendisi Mondros Mütarekesinden sonra teslim olmayıp Medine’yi 72 gün daha savunan Türk kumandanıdır.        

Tarihte şöyle bir yolculuk edecek olursak Hicaz bölgesi olmak üzere yeraltı zenginliğini keşfettikleri toprakları ele geçirmek için büyük bir gayret içerisine giren Batılı devletler, Osmanlı Devleti çeşitli entrikalarla birinci dünya savaşı içerisine çekerler.

Başta İngiltere olmak üzere ortaya attıkları ırkçı fikirlerle Müslümanlar arasına kin ve ayrılık tohumları eken emperyalist güçler, Hicaz bölgesinde Müslüman kılığında özel ajanlar görevlendirip, çeşitli vaad ve hilelerle Osmanlıya karşı kışkırtırlar. 1916 yılında  Şerif Hüseyin isyanıyla Araplar, Osmanlıya karşı İngilizlerle işbirliği yaparak Hicaz bölgesinin Osmanlı’nın elinden çıkmasına sebep olurlar.

 İşte bu esnada 1916'da Fahreddin Paşa’ya Medine’yi savunma görevi verilmiştir. Etrafındaki Türk birlikleriyle irtibatı tamamen kesilen Fahreddin Paşa şehri savunmaya devam eder. Paşa ve askerleri, üç yıla yakın bir süre devam eden bu görevde yiyeceksiz kalırlar. Fahrettin Paşa yiyecek sıkıntısı nedeniyle askere bir tamim yayınlayıp çekirge yemelerini bildirir.

Kendisinin de çekirge yediğini ifade ederken, özel bir çekirge menüsünden de bahsederek tarifesini verir. “Dün benim soframda çekirge tavası vardı. Arkadaşlarla yedik çok leziz idi. Hele zeytinyağlı ve limonlu salatası pek hoş oluyor. Eğer fazla çekirge toplayabilirseniz bana da gönderin” diye de not geçer. Askerin maneviyatını güçlendirmek için gazete çıkarır. Vatan ve sancak üstüne şiir yarışmaları tertip eder.

Paşa’nın başarıları bu kadarla sınırlı da kalmaz. Herhangi bir yağma ihtimaline karşı tedbir olarak, Medine'deki 30 parça Kutsal Emaneti 2000 askerin koruması altında İstanbul'a gönderir. Hicaz bölgesinin fotoğraflarını çektirir ve tarihimize bu alanda büyük bir arşiv kazandırır.

Ancak, savaşın genel gidişatı Osmanlı ve müttefiklerinin aleyhinde seyreder, Fahrettin Paşa ve askerlerinin içerisinde bulunduğu koşullar her gün biraz daha zorlaşır. Bu durumun farkında olan Fahrettin Paşa subay ve erleriyle birlikte bir sabah namazını Mescid-i Nebevi’de edâ ettikten sonra Peygamberimizin kabrine gelir ve mübarek huzurunda yemin eder, şeref sözü verir. “Ya Resulullah! Son neferimize varıncaya dek şehit olmadıkça senin mübarek bedenini düşman eline teslim etmeyeceğiz.”

Fahrettin Paşa Resulullah’ın huzurunda verdiği bu sözü tutar ve Hicaz bölgesinin düşman eline geçmesine rağmen düşman Medine-i Münevvere’ye giremez. Erzak ve mühimmatı iyice azalan Fahrettin Paşa, mahiyetindeki bir avuç Mehmetçikle emperyalist güçlere karşı destanlar yazacak olağanüstü bir mücadeleye imza atar. Savunma döneminde gerçekleşen birçok olağanüstü hadise de askerin ve Paşa’nın maneviyatını arttırır.

Lakin mütarekenin 16. maddesine göre Fahreddin Paşa'nın teslim olması gerekir. İstanbul hükümeti, Adliye Nazırı Haydar Molla’yı Medine’ye İngiliz zırhlısıyla gönderip, direnen Fahrettin Paşa’dan teslim olmasını ister. Paşa yine reddeder. Verdiği yanıt hep aynı: "Ben Peygamberimizin mezarını bunlara bırakmam. Al bayrak burada dalgalanacak." Hatta tarih kaynakları İstanbul Hükümetinin emrini tebliğ için gelen subayı Fahrettin Paşanın bir odaya kapadığını ve bu bilginin Medine’de yayılmasını engellediğini yazar. Fahrettin Paşa uzun süre yazışmalarla İstanbul’u oyalar ve şehri teslim etmez.

Neticede Fahrettin Paşa’nın Medine’de kalması imkansız hale gelir. Çünkü O artık görevinden alınmıştır. Bunun üzerine, Paşa tekrar Resulullah’ın huzuruna çıkar ve halini arz eder. Herkes vedalaşmaya gideceğini sanır ama o Efendimize iltica etmek niyetindedir.

Yanına emir erlerini, çok sevdiği kırmızı şiltesini ve iki tabancasını da alır. Orada kırmızı şiltesi üzerinde yatıp kalkmaya başlar. Anlaşmanın imzalanması gerekmektedir. Ama paşa imzalamamaktadır. O sırada hastalanır. Subaylar onu ikna edemeyeceklerini bildiklerinden doktorlardan yardım isterler.

Güya muayene için gelecek olan doktorlarla birlikte subaylar paşayı dışarı çıkacaklardır. Doktorlar muayene ederken etrafındaki subaylar kendisini sarmalar. Kendisini sarılır gibi yaparak dışarıya götürmeye çalışırlarken paşa durumu anlar. Kırmızı şiltesinin altına sakladığı tabancalara ulaşamaz. Bu kez belindeki kılıcı çeker ve adeta feryat eder: “Şahit ol ya Resulallah! Ben gitmiyorum ama zorla götürüyorlar!”

Kılıcını efendimizin başı ucuna bırakır. İsyancıların eline geçmesini istemez. Ve Medine düşer. İsyancılar onun teslim olduğuna inanmazlar ve üç gün şehre giremezler.

Paşa bir süre Mısır’daki esir kamplarında kalır. Sonra İngilizler tarafından Malta Adası’na sürülür. Esirliği boyunca çizmelerini ve üniformasını bir gün olsun üzerinden çıkarmaz. 2.5 yıl sonra serbest kalınca 1921 yılında İtalya-Almanya-Rusya-Batum-Kars yoluyla yurda girip vatan toprağını öper ve Kazım Karabekir Paşa’nın ordusuyla Batı cephesine gidip İstiklal Harbi’ne katılır.

Ankara’da Mustafa Kemal Paşa, Fahrettin Paşa için "Daha sağlığında adını tarihe altın harflerle yazdırmış kumandanımızdır" der. 1922 yılında Mustafa Kemal Paşa tarafından Afganistan’a, Kábil Büyükelçisi olarak atanır. Fahrettin Paşa sonraki yıllarda "Türkkan" soyadını alır. 1936'da Tümgeneral rütbesi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliye ayrılan Fahreddin Paşa, 1948'de İstanbul'da vefat eder.

Fahrettin Paşa ve kutsal Medine savunmasıyla ilgili son dönemlerde yapılan çalışmalar oldukça arttı. Şükrü Apuhan’ın eserleriyle tanıdığım bu kahraman Paşayla ilgili olarak döneme şahitlik edenlerin dahi hazırladığı eserler var. Ayrıca güncel kitaplarda mevcut. Temennim yapılanların daha da artması.

Özellikle onun vesilesiyle Topkapı Sarayında bulunan kutsal emanetlerin bulunduğu yerlere Fahrettin Paşayla ve kutsal emanetlerin İstanbul’a yolculuğuyla ilgili bilgiler verilebilir. Eğer Fahrettin Paşa vesile olmasaydı gözbebeğimiz olan kutsal emanetlerin nerelerde olabileceğini düşünmek bile eminim bu konuya olan ilginizi ve bu kutlu insana sevginizi arttıracaktır.

Vatan ve iman aşkının her hücresine kadar hisseden Fahrettin Paşa ve Mehmetçikleri ekseninde, 27 Mayıs’ta acısını tüm yüreğimizde duyumsadığımız Rahmetli Menderes’i, yatıkları ölümünden sonra daha iyi anlaşılan özüyle sözüyle her daim yiğit olan Muhsin Yazıcıoğlu’nu dua ve minnetle anıyorum. Gerçek kahramanlığın ne demek olduğunu dosta düşmana her daim kanıtladıkları ve Dünya durdukça da kanıtlayacakları için…

Selam ve dua ile

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Alev Ayyıldız Arşivi