
Bir Harcanmışlığın Hazin Öyküsü
Onunla her sohbet ettiğimizde, konu ister istemez aynı mevzuya geliyor. “Ben bunları hak etmemiştim. Vatanımı her şeyden daha çok sevdim”.
Kurtlar vadisindeki klasik repliklerle cevap vermekten de yoruldum. Dizinin Gladıo olan versiyonunda ne söylenmişti “Vatanını sevene en pis işi yaptırırlar”.
Ülke sevgisinde milliyetçiliğin en ucunu yaşayan bu insanla, iman üzerine tartışmalarımızsa ikimizden birinin ortamdan çekip gitmesiyle son buluyordu. Aslında çoğu aşırı milliyetçinin söylemindeki gibi, işi Şamanizm’e götürmesi, benden ziyade onun için kayıptı.
Çünkü Müslüman olmanın Türkleri milli benliğinden uzaklaştırdığını söylemek, kültürelden ziyade imandan bile edebilecek bir tartışmaydı.
İmanı giden insanın da milleti ne olursa her iki âlemde hayatı bitmiş demekti.
İslam üzerine tartışmaların aramızdaki bağı azaltmamasının önlemi olarak bu konulara hiç girmemeye karar verdim.
Umudu tükenen ve hak etmediği bir hayatı yaşadığını düşünen bir insana, peygamber kıssalarından örnek vermekte çözüm değildi. Allah’ın en sevdiği kulları bile bu denli imtihanlar yaşamışken, başımıza gelenleri sorgulamak zayıf bir inanç ve azalmış bir iradenin getirisiydi.
Ve muhakkak en sevdiğimizle, bizim için en değerli şeyle imtihan edilirdik. Tıpkı onun mesleğiyle imtihan edildiği gibi.
Yaşadıkları için dünyaya küsmesini kimi zaman yadırgasam da hayal kırıklığının ve acılarının geçen zamana inat azalmadığının farkındayım. Aradan geçen yıllara rağmen hiçbir dönem geçmişi gömemediğini biliyorum.
Yaşadıklarının bedeline karşılık, kimi zaman hesaplaşmaların mahşere kalacağını düşünsem de 12 Eylül, 28 Şubat gibi tarihe iz bırakan dönemlerin irdelendiği bu günlerde, özellikle PKK’yla silahlı mücadelenin yapıldığı doksanlı yılları hatırlayanların olacağını ümit ediyorum.
Asit kuyularını, derin yapılanmaları, çok önemli mercilerce gerçekleştirilen silah ve uyuşturucu kaçakçılığını, binlerce faili meçhulü ve binlerce şehidin hesabı verilmeli. OHAL’ın getirdikleri kadar götürdükleri de iyi irdelenmeli.
Üst satırlarda bahsettiğim isimde tüm bu hengamenin ortasında kimilerinin çıkarına ters düştüğü için harcanmıştı.
Doksanlı yılların ortalarında, meblağsı dahi tahmin edilemeyen paraların döndüğü bir sınır şehrinde yaşandı olaylar. Hilal bıyığıyla gezen, Sefai, Osman Öztunç türküleri eşliğinde vatana hizmet etmeyi çok seven bir ekibin hazin öyküsüdür anlatacaklarım.
Rüşvet başta olmak üzere bin türlü pisliğin döndüğü bir ortamda haramdan korkan ve kendini vatana hizmete adayan beş emniyet mensubunun kaçakçılık gibi bir ekipte görevlendirilmesiyle başladı her şey.
Ekibin başarısı gün ve gün artıyordu. Büyük çapta silah ve uyuşturucu operasyonları gerçekleştiriyorlar, güvenlik adı altında bölgeyi kaçakçılık merkezi yapanlara göz açtırmıyorlardı.
Derken bir gün, devletin çok derin bir kuruluşuyla önemli bağlantıları olan bir adam yakaladılar. Müdürleri eşliğinde sorgulamayı yapsalar da, arkası kuvvetli sanık hepsinden davacı olmuştu. Suçları beliydi. Gözaltında kötü muamele yapmışlardı.
İlginçtir sanığın ilk ifadesinde darp yoktur rapor veren doktor, aynı gün bir hafta iş göremezlik raporu vermişti. Haklarında soruşturma açıldı.
Türlü takdir belgeleri alan, bulundukları ilde emniyetin göz bebeği olan polisler açığa alındı. Tüm bu süreç yaşanırken de şark hizmetleri bitmiş başka bir şehre tayinleri çıkmıştı.
Sonucun bu şekilde sonuçlanacağı hiçbirinin aklına gelmemişti. Çünkü faili meçhullerin sayısının unutulduğu günlerde, göz altındayken kötü muameleye uğradığını iddia eden bir olaydan ne sonuç çıkabilirdi ki.? Onlar böyle düşüne dursun, unuttukları gerçek dava açan kişinin arkasında büyük büyük ağabeylerin olduğuydu.
Ve yakaladıkları kişinin ve olayın, onların bile tahmin edemeyeceği kişilere bulaştığıydı. Gerçeklerin üzeri filmlere konu olacak şekilde kapatıldı ve konu değiştirildi. Açılan dava sonucunda da mahkeme işlerini yapan polislere hapis cezası verdi ve meslekten uzaklaştırdı. 5 ay 26 gün cezaevinde kaldılar.
En büyük yıkımı ise üçlü koalisyon hükümetindeki tavrı nedeniyle sevdaları olan M.H. P.’den gördüler. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, işkenceci polislerin af kapsamına alınmayacağını, aksi takdirde istifa edeceğini söyledi. Tezata bakın ki rüşvet veya yüz kızartıcı bir suçtan ceza gören emniyet mensubu, işine geri dönebilirken, kötü muameleyle suçlanan polis mesleğine geri dönemiyordu.
İşlerine son verilen ekipte, haklarında dava açılan kişiyi hiç görmeyenler bile vardı. Çünkü şahıs gözleri kapalı olarak kötü muameleye uğradığını söylüyordu. Bu arada hemen belirteyim dava açan kişi Kürt değildi hatta bölge insanı bile değildi.
Cezaevi sonrası polislerin kendini toplaması çok zor oldu. Kimisi ayakta kalmayı başardı, kimisi ailesinin desteğiyle toparlandı. Yukarda bahsettiğim isimse kendini hiçbir zaman toplayamadı. Herhangi bir işte çalışmadı bile. Televizyonda çıkan polisiye dizilerde gizleyerek döktüğü gözyaşları ve dolabının iç en dibinde kalan üniforması dışında acısını paylaşmadı. Derin üzüntülerin getirdiğiyle konuşmadı bile. Bazı hadsizlerin “Kim bilir ne yapmıştır, devlet hiç hizmet eden polisini cezaevine atar mı” türünden sözlerine bile alıştı.
Bense üzerinden geçen 15 seneye rağmen durumuna alışamadım. Tek bildiğim ne onun nede arkadaşlarının harama el uzatmayacak, hiçbir insan evladının canını yakamayacak kadar merhametli olduğuydu.
Arada bu kon açıldığında “Ben sizi utandıracak, şerefimize leke sürecek bir şey yapmadım, yetim hakkı yemedim, can yakmadım” dediğinde herhangi bir tepki vermeden, alakasız olaylarla konuyu değiştirmeye çalışıyorum. Onun yanında dilim lal olsa da, gereken her yerde tüm yüreğimle ve gerektiğinde her ortamda dile getiriyorum. “Baba seninle gurur duyuyorum ve sen tanıdığım en iyi polistin”
Selam ve dua ile
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.