
BİR GECEDE BOŞALAN ÜLKE
Rahmetli Kemal Sunal’ın bir filmi vardı Propaganda diye. 1999 yapımı, Sinan Çetin’in yönetmenliğinde yaşanmış bir olaydan esinlenerek çekilen bu yapımda, Türkiye’nin savaştan sonra yeni yeni sınırları çizilirken, bir köyün yarısının sınırın bir tarafında, diğerinin de sınırın diğer tarafında kaldığı durum traji komik bir üslupla işlenmişti.
Çeşitli festivallerde birçok ödül olan bu film, gerek içerdiği dramı aktarması, gerekse devletlerin, bürokrasinin, günlük hayatta düştüğü komik durumları ve insanlara eziyetini hicvetmesi yönünden oldukça başarılıydı. Neredeyse yüzyıllardır birlikte yaşayan kasaba halkının altüst olan sosyal yaşamlarının, aşklarının, ticaretlerinin önünde duran dikenli telleri ve tüm bu olumsuzluklara karşı çıkmak için yapılan çırpınışları aktarılırken, sonradan çizilen sınırların insanların dünyasını ne denli değiştirdiği vurgulanıyordu.
Sunal’ın son filmi olan Propaganda, küçük bir kasaba örneği üzerinden, kendi ince hesapları uğruna savaş başlatıp, milyonlarca insanın kanını akıtanların, sözde anlaşma ve uluslar arası geçerlilik gibi geçersiz lafları bahane ederek cetvelle sınır çizenlerin, geride bıraktıklarına yönelik küçük bir mizansendir.
Yaşlı dünya, çıkar hesaplarının karşılığını kanla doyurduğu topraklarda arttıra dursun, sınır yüzünden tarihin gördüğü en acı bedeli ödeyen, yazık ki bugün bile çilesi devam eden bir topluluktan bahsetmek istiyorum sizlere.
Gereksiz konuların gerekli gündemleri örttüğü ve hayatı yalnızca Anadolu’dan ibaret sananların çoğaldığı ülkemde, milyonlarca insanın adını dahi duymadığı bir grubun, bitmeyen çilesiydi yaşananlar.
Soğuk bir kış gecesi çoğu kadın ve yaşlılardan oluşan on binlerce insan evlerinden ve topraklarından sökülerek trenlere bindirilip sonu belli olmayan bir yolculuğa çıkarılmasıydı. Sovyetler Birliği bünyesinde yer alan Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde kendisi de aslen bir Gürcü olan Sovyet diktatörü Stalin’in imzasını taşıyan soykırıma maruz kalan bu insanlarsa Ahıska Türkleri’dir.
“Neresi , neresi” diye duymayanlar bir parça utansınlar lütfen , çünkü Ahıska, Türkiye sınırına
Ahıska Türkleri\'nin Türkiye ile yakınlığından çekinen Moskova yönetimi, İkinci Dünya Savaşı sırasında, 15 Kasım 1944 gecesi 220 köy ve kasabada oturan 120 bin nüfusu yük vagonlarına doldurarak Orta Asya\'ya sürgün etmiştir.
Nazilere casusluk yaptıkları bahanesiyle Kırım Türkleri ve Çeçenlerle birlikte sürgüne gönderilen Ahıska’lıların yarısı, bu zor yolculuk şartlarına dayanamayarak hayatlarını kaybetmiştir.
Kadın, çocuk ve yaşlıların maruz kaldığı bu mezalim, Ahıskalı gençlerin Alman cephesinde Nazilere karşı Rusya için savaşırken gerçekleştirilmiş, tüm Ahıska'nın kızıl ordu askerlerince boşaltılması ise sadece 2 gün sürmüştür.
Savaş sonrası yurduna (!) dönen gençler ise neredeyse bir gecede boşaltılmış yurtlarında ailelerini bulamaz. Bir kısmı ailelerinin peşinden Sibirya’nın yolunu tutar.
Soykırım diye kendini yırtanların görmek istemediği Ahıska dramının asıl nedeni Stalin’in Türkiye ile girişeceği muhtemel bir savaşta güvenlik koridoru oluşturmak istemesi ve sınırının güvenliğini soykırım yöntemiyle gerçekleştirme çabasıdır.
Ahıskalı’ların vatanlarından kopartıldığı yıllarda düştükleri sıkıntıyı, o dönemin canlı bir şahidi olan Ali Sultan Azizoğlu’nun aktardıkları aracılığıyla paylaşmak istiyorum. Gözyaşlarıyla ve kayıplara duayla başlayan konuşmasında başlarından geçenleri şöyle anlatmış “Babam askerdi. Anam, ninem ve beşkardeş birlikte yaşıyorduk. Bir gece ansızın Rus askerleri köyümüze gelip, Sibirya’ya sürgüne gideceğimizi; hazırlanmamız için bize 3 saat süre verdiklerini söyledi. Rahmetli anam olduğu yere düştü ve bayıldı. Tabi biz 5 çocuk başına toplaştık ağlamaya başladık. Hiç bir şey yapamadık. Ne yapabilirdik ki. ?. Yanımıza üç beş parça bir şey alarak yola çıktık. Vagonlar üzerimizden kilitlendi ve bu şekilde bir aydan fazla yolculuk yaptık. Yol bitmek bilmiyordu. Üç gün gidip iki gün duruyorduk. Kimi yerlerde vagon değiştiriliyordu. Eksi 40 dereceye varan soğukta herkes çok üşüyordu. 6 aylık erkek kardeşimi soğuğa kurban verdik. Vagonların kapıları kapalı olduğundan küçük yavrucağın cesedi 2 gün boyunca bizimle birlikte seyahat etti. 2 gün sonra kapılar açıldı. Kardeşimi gömmek için bile fırsat yoktu. Anam, tren yolunun kenarında geçen insanları gördü. Kardeşimin cesedini onlara vererek 'Müslüman’ım ben, Müslüman’ım, benim çocuğumu gömün.'diyordu. Bir yandan el kol hareketleriyle nasıl yapacaklarını tarif etmeye çalışırken diğer taraftan da ağlıyordu.''
Yürekleri yakan, insan olmaktan utandıran bu hadisenin binlercesi yaşandı o dönemde. Çekilen çile, yıllar içerisinde çözülmeyen sorunlarla birleşince de gözyaşları hiç dinmedi. Stalin’in ölümü sonrası, sürgüne maruz kalan birçok halk sürgün öncesi vatanlarına dönme şansını elde edebilmişken Ahıska’lı Türklere bu fırsat bir türlü verilmedi.
Günümüzde Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Rusya Federasyonu başta olmak üzere eski Sovyet Cumhuriyetleri\'nde dağınık olarak yaşayan yaklaşık 500 bin Ahıska Türkü, ne eski vatanları Gürcistan\'a dönebiliyorlar ne de bulundukları ülkenin vatandaşı olabiliyorlar.
Çünkü, Gürcistan Hükümeti Avrupa Konseyine Ahıskalılarla ilgili verdiği sözü tutmamış onlara yurtlarını iade etmeyi bırakın, hızla bu bölgeye Gürcüleri ve Ermenileri yerleştirmiştir.
Ahıska’lı Türklere karşı kendince her türlü önlemi alan Gürcistan hükümeti, dış dünyada olumsuz bir izlenim uyandırmamak, iletişime tamamen kapalı görünmemek için kendince vatansız kalmış bu insanlara, makul ölçülerin dışında teklifler sunmuştur. Bunlardan en dikkat çekeni ise; Ahıskalı Türklerin Gürcistan içerisinde farklı yerlere dağıtılması teklifidir. Buradaki amaç; Türkleri birbirinden ayırarak ortak kültürlerini devam ettirmelerinin önüne geçmek ve Türkleri, Gürcü ve Ermenilerin arasında asimile etmektir.
Ahıska Türklerinin etkinliğine öğrencilik yıllarımda katılmıştım. Dikkatimi çeken şey gençlerin atalarının yaşadığı bu acıyı tüm yürekleriyle paylaşmaları ve konuya karşı oldukça duyarlı olmalarıydı. Programda okunan şiirleri ve o dönem yaşanan zulmün anlatıldığı bölümleri dinledikçe , “Allah kimseyi vatansız bırakmasın” demekten alamıyor kendini insan.
Dünya kamuoyunda seslerini duyurmayan 67 yıldır, sürgün ve vatansız yaşayan Ahıskalılar yazık ki diğer Türk Cumhuriyetlerinde de eziyet görmeye devam etmişlerdir. Kendi dindaş ve ırkdaşlarından gördükleri zulme dayanamayan, Türkiye’ninse Gürcistan’a bu konuda herhangi bir yaptırımı bırakın girişimde dahi bulunmamasına kırılan Ahıskalılar, çeşitli ülkelere mülteci için başvurdular.
Üzülerek öğrendim ki onlara A. B. D.’deki bir kilise yardımcı olmuş ve yerleşim hakkı tanınmasını sağlamış. Binlerce Ahıska Türk’ü göçmen statüsünde ABD'ye getirilmeye başlanmış yaklaşık bir yıl önce başlayan taşınma işlemleri halen sürüyor. Bir yıl kadar sonra, yerini yurdunu terk etmek istemeyen yaşlılar dışındaki bütün Türkleri ABD'nin çeşitli şehirlerine yerleştirilmiş olacaklar. Yerleştirme işlemini yapan kilise bir yıl içinde hepsinin yeşil kart alacağını vaat ediyor.
Türk kültürünü canlı olarak yaşatan bu insanları mahcubiyetle, yüreklerindeki kırgınlık ve gözyaşlarıyla gönderirken, bu toprakları, inançlarını ve bizleri unutmamalarını istemekten başka geriye temennimiz kalmıyor.
Selam ve dua ile
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.