Alev Ayyıldız
Alev Ayyıldız

Bin Yıl Geçse Unutulmayacak Acılar

        Şubat ayının tarihte kalan en karanlık günlerini, acısıyla, kederiyle ve akabinde yeni gelişmeler ışığında anıyoruz. İlginçtir 28 Şubat darbe sürecinden, Hocalı katliamına finalde ise Erbakan Hoca’nın vefatına kadar, gün geçtikçe ve yeni olaylar ortaya çıktıkça daha da derin analizlerle incelenmesi gereken unsurlar, bu dönemde toplanıyor.
    Ergenekon’dan tutunda meydana gelen ve ülke gündemine etkisi olan her olayı bu dönemle ilişkilendirmek mümkün.
Geçen zaman gösterdi ki, söylemleri bile hala dillerden düşmeyen, “Bin yıl etkisi sürecek” şeklinde kurgulanan ama çeyrek yüzyıl geçmeden tüm gerçekliğiyle bilinen 28 Şubat sürecini demokrasiye vurulan darbe, insan haklarının ihlali gibi süslü ve açıkçası akademik dille tasvir etmeye lüzum yok.
    Yapılan müdahaleler, bir halkı medya aracılığıyla yönlendirip, korkutarak sindirme çalışmasıdır. Daha kaba tabiriyle bir ulusun topyekun hassasiyetleri üzerine gidilip saf yerine konmasıdır. Derin güçlerin hükümeti değiştirmek ve inanç hassasiyeti taşıyan insanlar üzerinde baskı kurmasıdır.

    Şimdilerde bakmayın Ahmet Hakan başta olmak üzere, o günlerde baskı yapan kişilerin yargılanması gerektiğini söyleyenlere. O dönemler , anti demokratik uygulamaların şakşakçısı olanlar, mağdurları, mazlumları zalim gösterenler, bugün hiçbir şey olmamışçasına ekranlara çıkıp yaşanan adaletsizlikleri utanmadan dile getirebiliyor.

    28 Şubat’a yönelik hazırladığım yazıyı Erbakan Hoca’nın vefatıyla birlikte biraz bekletmeyi uygun gördüm. Böylelikle O’nun göz hapsine dahi alınmasının yeterli olmadığını cezaevine girmesi gerektiğini savunanlar, Başbakanlığı döneminde kendisine türlü iftirayı atanlar,  bugün hiçbir şey olmamışçasına , ölenin kıymete bindiği hesabı arkasından takdir dolu sözlerini esirgemiyorlar.

    Şimdi, ekranda konuşanların o dönem verdikleri demeçleri bir hatırlayın. Güzide basınımızın bu özel temsilcileri, her akşam adım adım yaklaşan Şeriat tehlikesini uyumakta olan bizlere hatırlatır ve “Tehlikeyi fark etmemize” yardımcı olurlardı.

Onlarla birlikte, Müslüm Gündüz’ü, Fadime Şahin’i ve Ali Kalkancı’yı tanımış ve “Laiklik elden gidiyor, bunlar yarı çıplak görüntüler ve gözyaşlarıyla dolu demeçlerle, Şeriatı getirecekler” diyerek, gaflet uykumuzdan uyanmıştık.

İran’lı yetkilinin yaptığı ziyaretle, Sincan’da yapılan bir tiyatro gösterisiyle nelerin tezgâhlandığını öğrenivermiştik. Başörtüleri ile üniversite kapılarında binbir türlü hakarete uğrayan 18–19 yaşlarındaki “Kara kafaların” bizi nasıl bir karanlığa sürükleyeceğinden çok emindik.

    Göremediğimizse, ülkenin özünde başta ekonomi olmak üzere her türlü alanda nasıl bir felakete sürüklendiğiydi. Gerçi geçmiş darbe dönemleri izlendiğinde ülkenin huzura ermesi için (?) gerçekleştirilen yönetime el koymaların, ekonomi üzerinde milyar dolarları bulan faturalarını gene biz ödemiştik.

        Maddi unsurları umursamayan bizler, kalbi kırılan ve zarar gören mağdurlara da arkamızı döndük. Özellikle irtica tehlikesiyle ordudan atılan subayların dramını görmezden geldik. Yalnızca görmezden gelsek iyi, sözde vatanseverlerin ve sözde Müslümanların yaptığı gibi konuşmama, aman başım belaya girmesin fütursuzluğuyla kaçma gereği duyduk.

Hâlbuki düşene bir tekme daha atmak, zulmü gösterenlerden daha da kötüydü. Yapılan haksızlıktan çok en yakınlarının, aynı inanca ve davayı paylaştıkları ırkdaşlarından bu tavrı görmek canlarını yakıyordu.

          Kendiside emekliliğine çok kısa bir zaman kala 28 Şubat karalarıyla ordudan atılan İskender Pala’nın İki Darbe Arasında isimli kitabıyla yaşananlara bir parça şahit olabildik. İhraç edilen 1700 askerin ise yüreklerindeki acı, süreci gerçekleştirenlerinde belirttiği gibi bin yıl sürecek etki bıraktı.
       Kimi pazarcılık, kimi benzin istasyonunda pompacılık, kimi marangozluk yapan eski askerlerden hayatları tamamen kararıp, üzüntüden eşini kaybedenlerde var, tedavi ettiği doktorlar tarafından fişlenen tabip albaylarda. Eşi başörtü kullandığı için, gümüş yüzük taktığı için, namaz kıldığı ya da eşi erkeklerle tokalaşmadığı için fişlenen ve akabinde işinden atılan mazlum insanlar zaman içerisinde şüphesiz ki hak ettikleri değeri göreceklerdir.
        Şimdilerde insanların seslerini çıkartabildikleri bu dönemde o yıllarda yaşananlara ve inanç davasına sahip çıkmak çok daha kolay. Benim üzerinde durmak istediğimde bu kolaycılık aslında. O dönem dava arkadaşlarına sırtını dönenlerin bugün ezilmiş insan modundaki açıklamaları ve o görüntüleri bence süreci gerçekleştirenlerden daha aşağıda.
    Dünün dönekleri bugünün hesap sorucuları oluyor ya, birde vatanperest ve örnek Müslüman adını alıyor ya canımı en çok sıkan da bu durum. Şimdi geriye dönüp süreci yaşatanlardan çok, mağdur olanları yalnız bırakan korkakları konuşmak lazım. Çünkü burası Türkiye , şartlar belli olmaz. Benzer planlar ve senaryolardan çok üzerinde oyun oynanan halkın tepkisi kuşkusuz daha önemli
 
        Hocalı’yı Unutanlar
        Türkiye kendi gündemiyle uğraşa dursun, Dünya insanlığın bittiği bir kanlı Şubat gününü de anmıştı. Azerbaycan Hocalı’da çoğunluğunu çocuk ve yaşlıların oluşturduğu yüzlerce insan bir gecede katledilmişti. Alperenler’in yaptığı açıklamalar ve birkaç kanalda çıkan küçük haberler dışında hatırlayan olmadı inancı ve milletleri yüzünden öldürülen o insanları.
        Korku filmlerini aratmayacak şekilde karnı deşilen hamile kadınlar, kafa derisi yüzülen, gözleri oyulan genç kızlar, beli bükük ihtiyarlar.
        Hocalı’da yaşanan zulmü anlatacak sözcük yok. Biliyorum Ermeniler konusunda hassasız(?) ama ortada dili, dini ve milleti ne olursa olsun yaşanmış büyük bir vahşet var.
        Hani ölüm nedeni vatanseverlikten çok, derin güçlerin emri ve Ermeni lobisinin desteğiyle gerçekleştirilen, Hrant Dink’in ardından bir anda Ermeni olanlar varya e hadi onların sesiz kalmalarını anlıyorum.
        Peki ya Hrant Dink’i tanımadan, gazete haberleriyle hain damgası yapıştıran sözde vatanseverler ve tek millet iki devlet, Orta Asya kardeşliği, İslam kardeşliği gibi demeç vererek, tüm dünya Müslümanlarını ve Türklerini birleştirme düşüncesinde de olanlarda sesini çıkarmadı.
        Dediğim gibi Şubat ayının kanlı günleri, zulmü yapanlardan çok zulme sessiz kalanların, zulmü unutanların ve yazıktır ki bu zülüm üzerinden ekmek yiyenlerin ayıplarıyla anılmalı. Belki o zaman insanlık yeniden yeşerebilir, belki o zaman yüksek değerler onurlu önderlerini çıkarabilir.
 
Selam ve dua ile

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Alev Ayyıldız Arşivi