
ARZU KOMUTU
Tam otuz üç yaşında olan uzun saçlı yakışıklı adam, tepenin doruğundaki kayalıkların oyulup ustalıkla yontulması suretiyle inşa edilmiş olduğu izlenimi veren, hiç kuşkusuz mimari ile peyzaj sanatının kusursuz bir birleşimini yansıtan görkemli köşkünden çıktı ve ağır adımlarla hemen aşağıdaki gölün kıyısına doğru yürüdü. Yeşil ile sarının karışımından oluşan olağanüstü güzel ve parıltılı bir renkte çimenlerden bir halı serilmişti her yere. Karşı taraftan esmekte olan tatlı meltem, uzun siyah saçlarını havalandırıp arkaya doğru savuruyordu. Gölün kıyısının yirmi metre kadar yukarısında, altında dökülen yapraklarının kocaman sarı bir gölge oluşturduğu yapayalnız bir kestane ağacı, tam onun altında ise ahşaptan yapılmış güzel bir bank vardı. Bankın üzeri de aynı şekilde sepya renkli sonbahar yaprakları ile kaplanmıştı. Yaprakları temizleme gereği duymadan oraya oturdu ve bir parça kederli gibi görünen bir iç geçirmeden sonra karşı ufukları seyre koyuldu. Gölün masmavi ve pürüzsüz yüzeyi, karşı dağlara kadar uzanıyordu. Bulunduğu ve gittiği her yerde aklına gelen şeyler, “arzu komutu” ile gerçek oluyordu. Daha ilginç olan ise, olanların onu hiç şaşırtmıyor olmasıydı. Az sonra, genç bakirelerden bir grubun hemen karşısında ve özellikle gölün üzerinde dans edip sevdiği şarkılarla canlı bir müzik gösterisi yapmalarını, aralarından ikisinin de gelip sağ ve soluna oturarak kendisine eşlik etmelerini istedi. Aynı zamanda, gösteri ılık ve yumuşak bir kar yağışının altında olsun istiyordu. Bir anda, gözlerini ve gönlünü okşayan bir kar yağışı başladı. Işıl ışıl parlayan muhteşem gece kıyafetleri giymiş iki güzel bakiresi gelerek iki yanına oturdu ve onlardan biri elinde bulunan altın bir testiden doldurduğu bir kadeh şarabı adamın eline tutuşturdu. Kendileri de birer kadeh aldıktan sonra, o ana dek sahnede yerlerini alarak gösteriyi başlatmış bulunan bakireler topluluğunu içkilerini yudumlayarak izlemeye başladılar. Sonradan gerçek bir sevgi ile sevgiyle vücuduna yaslanarak sıcacık sarılan bayanların sık aralıklarla gözlerine uğrayan iri, siyah ve itaatkar gözleri, “Bir isteğin var mı?” der gibi bakıyordu. İkisi de birer kısrağı andıracak kadar narin, bir bahar sabahı kadar taze ve tertemizdi. Pürüzsüz ve parlak tenlerinden yayılan doğal koku kelimenin tam anlamıyla sarhoş ediciydi ve ses tonları inanılmaz derecede sürükleyici bir müzikali andırıyordu; oysa bu adamın şimdi yanı başında duran bu seçkin güzellik anıtları ile ilgili olarak eskiden yapabildiği tek şey, türlü kaygı ve korkular içinde kurduğu çekingen düşlerden öteye geçememişti. Onların yanına ilk gelişi arkadaş ve yakınlarının kendisinin öldüğünü sandığı gün olmuş ve geldiklerinde “Rahman’ın armağanı” olduklarını söylemişlerdi. Sahiden de, o günden itibaren yanından hiç ayrılmamışlardı. Onu sırılsıklam bir aşkla sevdiklerini davranışları ile sürekli açığa vuruyor, kayıtsız şartsız bir boyun eğişle her isteğini yerine getiriyor ve bunu yaparken ibadet edermiş gibi bir haz duyuyorlardı. Bu ise, onun önceden tanıdığı düşük nitelikli kadınlara itaatin neden önerilmiş olduğunu anlamasını sağlıyordu. Bunu yaptıkları takdirde onlar da buradaki mükemmel kadınlara benzeyecek, nihayet onların ihtişamlı formuna ve de dünyasına girmeye hak kazanacaklardı. Bir kadın için, itaatkarlığın ödülü olmalıydı bu… Gösteri, devam ediyordu. Bakireler topluluğunun bedenleri okşayan ılık kar yağışı altında ve havayı dolduran müzik eşliğinde en tatlı dişi sesleri ile şarkılar söyleyerek yaptıkları dans gösterisi öyle güzeldi ki, adam orada sonsuza kadar öylece kalabileceğini hissetti. Gösteri sona erdiğinde, dans grubundaki kızlar tek tek yanına gelerek onun yanağına mestedici birer öpücük kondurduktan sonra geçip gittiler. Anlaşılan, orada tek ilgi odağı kendisiydi. Gösteri ile birlikte, kar yağışı da durmuştu… Yanındaki eşleri ile birlikte, köşke geri döndüler. İçeride, müthiş bir ziyafet vardı. Masalar çeşit çeşit yemekler ve meyvelerle donatılmış, hizmetçiler şarap servisi yapmakla meşguldü. Hep birlikte masadaki yerlerini aldılar. Her yerde olduğu gibi, yemek sırasında da göklerden geldiği sanılan hafif ve ortama uygun bir müzik sesi havayı dolduruyordu. Yemekten sonra, şehir merkezine gidip gezecek ve alışveriş yapacaklardı. Geziye, en sevdikleri büyük kuşlardan birinin üzerinde gitmeye karar vermişlerdi. Yemeğin ardından hep birlikte dışarıya çıktıklarında, iriyarı ve rengarenk bir kuş kapıda onları beklemekteydi. Adamın kuşa binip eşlerinden birini önüne, diğerini arkasına alması ile birlikte kuş havalandı. Köşkün önünde her an hazır bulunan ve hem karada hem de havada gidebilen lüks bir otomobili olduğu halde, üçü de kuşların sırtında yolculuk etmeye bayılıyordu. Özellikle o gün kurulan özel bir pazarda bir dünya alışveriş yaptıktan sonra, yine aynı yerde bulunan ve olağanüstü bir estetik yetenekle tasarlanmış çeşitli şekil ve renklerde kimi kadın ve erkek modellerini servis eden bir mağazada en beğendikleri kreasyonun suretine büründüler. Dışarıya çıktıklarında, sonsuz güzelliğin kaynağından geldiği belli olan kuzey rüzgarları yüzlerini okşuyordu. Ellerinde dolu dolu çantalarıyla aynı şekilde malikanelerine geri döndüklerinde, kapıda onları karşılayan çocukları şaşkınlık içindeydi ve onlara gitmeden önceki hallerine göre belirgin biçimde güzelleşmiş olduklarını söylemekten kendilerini alamamışlardı. Her şey öylesine harikaydı ki, uyuyan bebeklerin yüzüne arada bir uğrayan o tanıdık tatlı tebessüm insanların yüzünden hiç gitmiyordu…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.