ANZAKLI ÖMER

1915…

Karşınızda savaşmayı değil, ölmeyi emreden bir kumandan ve ölerek dirilmeye hazır bir ordu…

Yüreğine ölmeyi sindirenden daha güçlü kim olabilir! Ya da ölmeyi, kavuşmak görenden daha coşkulu!..

 
Hangi hisler 15 yaşındaki genci bu kadar galeyana getirebilir? Hangi anne çocuğunu ölüme gönderebilir? Hem de kınalayarak.. Bir insan bile bile nasıl ölüme koşabilir?

Of gençliğim eyvah!

Onların gençliğine değil benim gençliğime eyvah. Yiğitlere eyvah demek yaraşmaz, onlar savaşırken cennetin kokusunu alıp, cenk meydanına atılmış olanlardır.

İmkansızlıkları imkanlı hale getiren onların dillerini susturup yüreklerinin isteyişidir. Toprağın dili yoktur. O kurursa gökler harekete geçer. Yağmurunu boşaltır. Tıpkı toprak gibi istemişlerdir, Allah’ta onlara gökten ordular indirmiştir. Onlar canlarını vermiştir. Allah ise onların canlarına kuvvet vermiştir. Seyit Onbaşı’ya verdiği gibi..

 
Şimdi daha iyi anlıyorum 257 kiloluk mermiyi nasıl tek başına taşıdığını. Şaşkınlıkla izleyen Niğde’li Ali’nin, Seyit Çavuş’un göğsünün çatırtısını duyduğu gibi bende şimdi duyuyorum. Bir savaşın kaderini değiştiren kuvvet olmak için bir toprak kadar içten istemek gerektiğini şimdi daha iyi anlıyorum. Savaş bitince yerde duran 257 kiloluk mermiyi taşıyan Seyit’e“onbaşılık” rütbesini komutanı verirken tekrar taşımasını ister. Seyit Onbaşı’nın cümleleri gerçekten ihtişamlıdır; “Ben bu mermileri kaldırırken gönlüm Allah’ın feyziyle doldu ancak bu bana Allah’ın o anda ihsan ettiği bir vergi idi. Bu ağırlığı kaldıracak bir makama varmışsam bu dua ve niyaz ile olmuştur. Ancak şu anda da kaldırmam mümkün değildir kumandanım.”

Boşuna Bedr’e benzetmemiş Mehmet Akif.. Kendini kardeşine tercih etmek, ekmeği karşıya uzatmak, yavrusunu vatana adamak, hayatını bilerekşahadete bağlamak… Kınalı Hasan’ın annesi Hatice Hatun’dan ne öğütlere ihtiyaç var şu asırda. Nur gibi yatırdı toprağa oğlunu, bize ışık oldu. O ışığıgöremeyen kör evlatlar yetiştirdik. Helal et hakkını annem, kanını helal et şu toprağa. O kanlar nicelerinin dirilişine de gebe oldu, Yaşamının son günlerinde imana gelen Anzak’lı Ömer gibi…

 
Anzak’lıydı, karşıdaydı. Gözlerini açtığında mütebessim, kendini incitmeyen askerlerle karşı karşıyaydı. Komutanlarının hiç de bahsetmediği tavırlardı bunlar. Zira Türkler için barbar, vahşi diyorlardı. Hatta onların ölülerini yediklerini bile söylüyorlardı halbuki Türklerin merhametli davranmaları Anzaklının dirilişine vesile oldu. Bu olanları, yaşamının son günlerinde karşılaştığı Türk doktorunun kendisine serum vermek için kolunu açtığında gördüğü Türk Bayrağı dövmesini şaşkınlık içinde sorması sonucu anlatır. Doktorun adının Ömer olduğunu öğrenen Anzaklı bu Müslüman isminden etkilenir ve bundan sonra ‘Anzaklı Ömer olarak anılmak ister ve şahadetleİslama girer. Doktordan tespih ister, “senin atalarının elinde gördüğüm şey”diye dile getirir sebebini.
 
Hastane koridorlarında anons edilen Doktor Ömer yanına gelir. Sağ elinde tespih, sol elinde Türk bayrağı, kalbinde kocaman imanıyla son nefesini doktorun kucağında şahadet cümlesiyle verir. Mr Josef Miller son anında müslüman Ömer olarak gitmiştir. Kınalı Hasan’ın kanı onu Ömer yaptı.Damarlarımızda gezen kan ne asil bir kandır!

Rabbim Çanakkale’de toprağın altından vatan kuranlara rahmet etsin inşallah!..

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şeyma Şahin Arşivi