AİLELER NİÇİN DAĞILIYOR?

 

Bugün, eşiyle veya sevgilisiyle (her nasıl tanımlıyorsa) ilişkisini kaybetmekten korkan, kendini onu korumak ve savunmak için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır hisseden kadın türünün yok olduğunu itiraf etmenin vakti gelmiştir. Artık karşımızda, ilk tartışmada sırtınızın ortasına tekmeyi indirerek ya da size bir iyilik yaparak hiçbir zarar vermeden arkasını dönüp gitmeye hazır bir kadın tipi duruyor. Dahası, Anadolu kültürünün “namus” kavramının tam merkezine oturtarak tabu haline getirmiş olmasıyla kavuştuğu “doğaüstü varlık” ya da “prenses” modunda salınıp gezerken ister istemez insan olarak görmeyi hak ettiği saygının dışında, “bayan” olarak hatırı sayılır bir oranda fazladan bir saygı ve ilgi bekliyor. Zayıf cins olmasına rağmen, ilişkide daha az sorumluluk, daha fazla yetki ve söz hakkı istiyor, patron olmak istiyor, rolleri değiştirerek erkeğin geleneksel güç ve otoritesine el koymaya çalışıyor, artık sadece kaldırımlarda değil aynı zamanda hayatın tüm alanlarında gitgide kabaran göğüslerini gererek yürürken erkekleri kenara çekilmeye zorluyor, eve gelince ise onu kullanmaya, yönetmeye, hatta gütmeye çalışıyor. Erkeğe minneti kalmamıştır. İlk tartışmada tabanları yağlayıp söve söve kaçmaya hazır görünüyor. Bir türlü doymuyor, bir de basın yayın kuruluşları yoluyla durmadan “Kadına şiddet uygulanıyor!” diye bağırarak erkeklere saldırıyorlar. Biliyorlar ki, medya da dudaklarına doğru uzatılan tombul tombul iki kadın memesi için memleketi satmaya hazır abazalarla dolu…

Kısacası, kadın erkeği sırtının üstüne devirmek ve postunu almak için acele ediyor… Evlendiği zaman ise, doğal olarak kendisinde erkeği yönetme yetkisi vehmediyor, daha da fazlasını talep ediyor; oysa uzun vadeli her dostluk ve ilişkide, iki tarafa da en çok lazım olan özellikler sabırlı ve bağışlayıcı olmaktır. Bunlar tarihte kalmıştır…

Basit kuralı hatırlayalım: Eğer iki ortaktan ikisi de aynı fikirdeyse, ikisinden biri fazlalıktır. Bunu kadın erkek ilişkisine uyarlayacak olursak, şöyle diyebiliriz: “Bir evlilikte her iki taraf da yüzde elli yetki payına sahipse, ikisinden biri gidicidir.” Çünkü (kadın erkek ilişkisi açısından biraz mekanik görünse de) gerçekten evlilik denilen kurum, tıpkı bir şirketin yönetimi gibidir. Bir şirketi batırmak istiyorsanız, her iki ortağa da fifty-fifty hisse verisiniz, şirket ikinci ayına varmadan dağılır gider.

Bir kişinin % 51 veya üzerinde bir yetki oranı ile patronajı elinde tutması ve “son kararı veren” olması şarttır. Daha az paya sahip olanın daha çok konuşması ve fikirlerinde ısrar etmesi ise, tam bir felakettir.

Patronluğa heves eden kadınlar iyi bilmelidir ki, patronaj gücü ve yeteneği ile donatılmış olan erkeklerin hiçbiri, bir kadının baskısına sonsuza dek tahammül etmez. İslami kültür almış olan bayanlar arasında bile durum aşağı yukarı aynıdır. O yüzden her geçen yıl yüz binin üzerinde aile dağılıyor…

Öte yandan, herkesin de bildiği gibi medeni kanun kadını koruyor. Mahkeme heyetleri daha çok kadına inanmaya eğilimlidir. Hatta orada zora düştükleri vakit kolaylıkla ağladıklarını, yalan söyleyip iftira attıklarını bildikleri halde… Türkiye’de bir kadınla mahkemeye düştüğünüzde, kaybetme ihtimaliniz her zaman daha büyüktür. Memleketimin erkekleri kadınları üzmeme sorumluluğunun yanı sıra, yürümeyeceği kesinleşmiş bir evlilikte ayrıntılı bir hesap yapmadan ilişkiyi yakıp yıkan taraf olmamak için çok iyi düşünmek zorundadır.

Bunu da söylemiş olalım ve bu konuya devam edelim…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi