47. EYALET İSRAİL, PATRONAJ VE KIYAMET

1970’li yıllara dek Amerika Birleşik Devletler’de yaşayan museviler toplumda ve kamusal alanlarda musevi olduklarını söylemeye çekinir, aşağılanmaktan, baskı görmekten, şiddete uğramaktan ve işlerinin aksatılmasından korkarlardı; ancak şüphe yok ki işlerinde çok sıkı çalışıyorlardı. Daha sonraları, şirketleri, bankaları ve finansal gücü taçlandıran medya kuruluşlarına sahip oldular. Bugün geldikleri noktada ülkenin en büyük şirketleri, finans kuruluşları ve medya kuruluşlarından önemli bir kısmını kontrol ettikleri bilinmektedir. Daha önemlisi, organizeli hareket etmektedirler. Sayıları yalnızca sekiz milyondur; ama geri kalan 312 milyonluk Amerikan nüfusunu bir davar sürüsü gibi önlerine katmış istedikleri  istikamete sürmektedirler. Dediğimiz gibi, kullandıkları araçlar finansman ve medya gücüdür. Zaten ortalama bir amerikan yurttaşı politik tercihini seçimlerden bir gün önce televizyonlara bakarak yaptığı için, onları istedikleri kişiyi başkan seçmeye ikna etmekte pek zorluk çekmezler. Hatta Amerikan yönetiminin izlediği iç ve dış politikaların belirlenmesinde ve biçimlenmesinde ciddi anlamda müdahaleleri olduğu kesindir.
 Son derece örgütlüdürler ve bir televizyon kanalında, gazetede veya dergide çıkan Yahudi karşıtı herhangi bir söylem veya eylem karşısında bir anda tek yumruk olurlar. O medya organı her neyse, o gün oraya tel’in edici içerikte sekiz milyona yakın telefon, fax, mail vs. gelir. Ayrıca, anti-semitist sözün veya eylemin sahibini, ellerinde bulunan yüksek ratingli TV kanalları, gazeteler ve dergilerle bütün aleme rezil ederler. Dolayısıyla, Amerika’da Musevi cemaati ile karşı karşıya gelmek hiç iyi bir fikir değildir. Çünkü tam anlamıyla, “belaya bulaşmak” veya “pisliğe basmak” demektir.
 Bu nedenle, bir Amerikan başkanının kendisini arayan İsrail başbakanının telefonuna çıkmamak için mazeret beyan etmesi ne kadar zorsa, arayıp bacak bacak üstüne atarak konuşan İsrail başbakanının Amerikan başkanına fırça çekmesi de iki ülke arasındaki tuhaf, ama alışılmış diplomatik jargon içinde bir o kadar sıradan bir olaydır. Çok açıktır ki, İsrail başbakanları bu denli pervasızca ve küstahça davranma cesaretini, Amerika’daki Musevi cemaatinin olağanüstü parasal ve medyatik gücünden almaktadır. Yine de bunları duyunca elimize geçen her nimetin Yahudilerin izniyle ve başımıza gelen her belanın onların oyunu olduğunu düşünmeye başlamayalım lütfen. Ülkelerin kendi iç dinamikleri de vardır. Amerika-İsrail ilişkisinde, kimin kimi yönettiği belli değildir. Belli olan tek şey, İsrail’in reel politik açısından Amerika’nın patronaj gücüne sahip 47. eyaleti gibi olduğudur.
 Sağlam bir medya gücünün en büyük işlevi, “kamuoyu oluşturmak”tır. Bu, bir çeşit “beyin yapımcılığı”dır. Daha düne kadar hiç kimsenin tanımadığı birini ortaya çıkarıp halkın gözünde bir gün içinde bir mitosa dönüştürebildiği gibi, düne kadar çok sevdikleri birini de birden bire tavuk kadar haysiyeti olmayan, rezil, sefil ve pis bir sürüngene dönüştürebilir. Ertesi gün herkes kendini düne kadar alkışladığı o şahsı elinde sopayla sokak sokak kovalarken bile bulabilir. Medya bu kadar dehşetli ve sihirli bir güçtür. Aynı şekilde bir Amerikan başkanı gayet iyi bilir ki, kendisini seçtirip o koltuğa oturtan güç odağı, yarın adi bir yaratığa dönüştürüp oradan kovmaya da muktedirdir. Bu durumda, Amerika’nın İsrail’e sırtını dönmesi kısa vadede olanaklı görünmemektedir. Çünkü önce içinde barındırdığı Musevilerin şerrinden ve baskısından kurtulmak ya da emin olmak zorundadır. Ne zaman aradaki bu yaşamsal bağ kopar ya da koparılırsa, o gün İsrail’in yok oluş sürecinin başlangıcı olacaktır. Belki de o bağ, sanıldığı kadar sağlam değildir.
 İleride bir Müslüman-İsrail savaşı çıkacağına ilişkin sahih hadisler vardır. Bugünkü ortamın koşullarını iyi analiz edip seyrini doğru kestirebilenler, şimdilik en azından rivayetlerde sözü geçen “Müslümanlar”dan kastın daha çok “Müslüman Türkler” olduğunu ve bu savaşın Amerika ile İsrail arasındaki mevcut hayati bağın koptuğu ya da olabildiğince zayıfladığı bir döneme rast geleceğini rahatlıkla öngörebilirler. Bu yöndeki simgesel anlatımlı rivayetlerden birinde:
 O savaş sırasında bir Yahudi gidip bir taşın ardına saklanmış olsa, taş dile gelerek arkasında var olanı haber verecektir.” deniyor. Doğrusunu Allah bilir; ancak burada açığa vurulmak istenen gaybi olay, söz konusu savaşın herkesi ve her şeyi fazlasıyla saydamlaştıran (Bugün örneğin facebook.com’da hesabı olup da milletin önünde, afedersiniz, donsuz dombalak kalmamış, hala “sırları olan biri”  olduğunu zanneden bir saftirik kaldı mı acaba?) bilgi ve iletişim teknolojilerinin çok gelişmiş olduğu günümüze yakın bir döneme denk geleceği ve Müslümanların bu teknolojiler sayesinde onların nerelerde bulunduğunu kolaylıkla tespit edebileceklerinden kinaye olsa gerektir. Başka bir söyleyişle, insanlar arası erişim sorunlarının tümüyle ortadan kalktığı ve önemli olayların ve bilgilerin anında her yere servis edildiği “global köy”de, kaçıp saklanacak hiçbir yer kalmamış olacaktır. Kişisel ve kamusal düzlemde hiçbir sırrın uzun süre saklı kalamadığı, bir cam kadar saydamlaşmış bir dünyadan söz ediyoruz…
 Umarız bu müjdeler, bir şekilde savaşlar olmaksızın gerçekleşir. Çünkü biz Müslümanlar bize saldırmayana saldırmayız ve savaşı asla arzu etmeyiz. Savaşı istemek ve savaş çığırtkanlığı yapmak, Allah tarafından “Savaşı istemeyin; fakat savaşmak zorunda kaldığınız zaman sabredip dayanın!” sözleri ile yasaklanmıştır.
 Savaşmak zorunda kaldığımız zaman ise, bizden daha közü kara bir topluluk göstermek zordur. Çünkü biz iki hayatlı insanlarız. Geçici olan biter, sonsuz olan başlar…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi