Solculuk=bağnazlık genetik bir kod mudur?

“Türk solu” diye bir laf vardır. Bu laf, Türk tipi solculuğun kendine özgü çizgileri olduğunu vurgulamak için söylenmiş olsa gerektir ve bir parça yerinde bir adlandırmadır; ancak sorun şu ki, tüm çeşitleriyle sol öğreti Türklerin icadı değildir ve Türk solu dedikleri şey de aslında sol değildir. Türk solu denen garip mutant veya kokteylin, solun uluslar arası kuramsal ve uygulamalı standartları ile uzaktan veya yakından bir benzerliği bulunmamaktadır. Zaten Türk solcularının böylesi ahlaki erdemlerle ve tutarlılık kaygıları ile ilgili bir derdinin olmadığı bir sır değildir.

 
Solcu kardeşlerimizin başlangıçta anlaması gereken gerçek, bu ülkenin öz evlatları ve sahipleri olmadıklarıdır. Birilerinin onlara ülkenin kendilerinden ibaret olmadığını, cebinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ait nüfus kaydı taşıyan ve bu devlete vergi veren herkesin bu ülkenin öz evladı ve sahibi olduğu zorunlu gerçeğini gönül rahatlığı içinde onaylama yükümlülüğünde olduklarını sık sık anımsatması gerekmektedir. Gerekçe olarak devletin kuruluş felsefesine daha fazla bağlı olduklarını sanıyorlarsa eğer, öncelikle ülkenin Avrupa Birliği üyeliğine karşı olmadıklarını sıkıca kanıtlamak zorundadırlar. Herkes iyi bilir ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti için belirlediği temel vizyon, Avrupa Uygarlığı ile bütünleşmesidir; fakat bugün kesin olan şey, bu sürece en fazla karşı çıkan kesimin kendileri olduğudur. Böylelikle kültürel içekapanıklığın, gerikafalılığın, bağnazlığın ve tutuculuğun tam merkezine gelip oturmuşlardır. Belli başlı bir iki paradigmaya kafalarını öylesine hastalıklı bir biçimde takmışlardır ki, dünyanın her yerinde gelişmişliğin en önemli değişkeni sayılan ülke ekonomisi ve yaşam kalitesi bile umurlarında değildir. Şimdi birkaç saniye için gözlerinizi kapatın ve ekonomik gelişmeyi faktörden saymayan, ama göğsünü gere gere kendini “ilerlemeci” ve “aydınlanmacı” diye tanımlayıp duran bir sol komedyası düşünün… Böyle tiplerin ele geçireceği veya kuracağı bir ülke, açlıktan nefesi kokan baldırı çıplak bir halk yığınının tepesine kurulmuş kibirli iblis kulelerinde yaşayan bir “imtiyazlı azınlık pisliği” modelinden başka bir sonuç doğurur mu dersiniz? Bence hiç eğlenceli bir fikir değil bu. Komik olan ise, kendi aralarında konuşurken kendileri hakkında hala “ilerici, demokrat, aydın” gibi tanımları kullanma alışkanlıklarını pişkince koruyor olmalarıdır. Kafalarının içini kaplamış örümcek ağlarını görebilenler için, bu gerçekten iyi bir gülmece oluyor.
 
Türk solunun anlaması gereken diğer bir şey ise, demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere ve farklılıklara saygıdır, en azından tahammüldür ve solcularımızın bu kadarcık demokratik standarttan bile yoksun olduklarına hiçbir şüphe yoktur; oysa Türkiye tek tip değil, diğer pek çok büyük ülke gibi mükemmel bir kompozisyondur. Doğrusu, dudak tiryakileri gibi demokrasiyi çekip çekip üfleme alışkanlıklarını ne zaman bırakacaklarını, onu ne zaman içlerine çekmeye başlayacaklarını çok merak ediyorum. “Ama”sız “fakat”sız bir içtenlik ve koşulsuzlukla demokrasiyi içlerine çekmeye yüreklendikleri vakit başta biraz öksüreceklerdir belki; ama bir süre sonra alışacak ve göreceklerdir ki, memlekette hiçbir temel değerin bir yere gittiği yoktur.  
 
Bir ülke istese de istemese de kendisini tarihinden koparamaz, yaşadıklarından soyutlayamaz. İyi veya kötü tüm yaşadıkları onundur ve yazıyla sıkı sıkıya kayıt altındadır. Bu bağlamda Atatürk Türkiye’dir, Adnan Menderes Türkiye’dir, İsmet İnönü Türkiye’dir, Bediüzzaman Said Nursi Türkiye’dir, Fethullah Gülen Türkiye’dir, Nazım Hikmet Türkiye’dir, Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan Türkiye’dir, Muhsin Yazıcıoğlu Türkiye’dir, Necip Fazıl Kısakürek Türkiye’dir… Üstelik bu kahramanlarımız, birey olarak yobaz ve bağnaz olmayanlarımız için, arkalarında mutlaka yararlanılması gereken müthiş yaşamöyküleri ve kuramsal birikimler bırakmışlardır.

Hiç kuşkusuz uzun zamandır “de facto” bir psiko-patoloji haline gelmiş olan “solculuk=bağnazlık” genetik bir kodla ilintili değilse eğer, ex-yoldaşlarıma insan kadar değişken bir varlığın olmadığını iki günde bir anımsatmak gerekir...           

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi