ÖLÜM GÜNÜMÜZ ÜZERİNE

     Pek çok güzellikleri vaat eden güneşli bir havayı teneffüs ederken, bir gün yağışlı ve kasvetli bir gün yaşayacağımızı düşünmekte belirli bir zorluk çekeriz ya da düşünmek istemeyiz. Tıpkı hava kasvetli ve her yerin sırılsıklam olduğu bir günü yaşarken birkaç gün sonra güneşli ve ılık bir gün göreceğimizi düşünemediğimiz gibi… Bir sıkıntıya, bir derde düştüğümüzde, o başımızdan hiç gitmeyecek sanırız. Mutlu olduğumuzda da tersini… Aynı şey, gençlik ve yaşlılık için de geçerlidir. Gençler sonsuza dek öylece kalacakları, yaşlılar ise gençliklerinin bir daha geri dönmeyeceği yanılsaması içindedir. Evet, gerçekten de bütün bunlar zihinsel birer yanılgıdan başka bir şey değildir; ama görünüşe bakılırsa, aynı zamanda Allah tarafından kurgulanmış olan “büyük sınav”ın temel öğesidir. 

     Varlıkların ölümlü karakterinin tam karşısında bir denge unsuru olarak insanın doğasına yerleştirilmiş olan ve “süreklilik yanılsaması” diye adlandırılabilecek olan bu duygusal sürçme, yaşamı ciddiye almamızı sağlayan enerjinin de kaynağıdır. Bu sebepledir ki, mü’minler de, ölüm sonrasına ilişkin herhangi bir inancı ya da beklentisi olmayan kimseler de, yaşamın içinde olup biten küçücük olaylara iri iri anlamlar yüklerler. Genellikle iyilik yolunda olabildiğince çekimser davranırken, elde edecekleri dünyalıklar için diğerlerine yapmadık kötülük bırakmazlar. Bu açıdan baktığımızda, örneğin insanların yalnızca ölüm tarihlerini bildiklerini varsaydığımız takdirde, mü’minlerin daha erdemli, diğerlerinin ise daha çılgınca bir hayat süreceklerini açıklıkla öngörebiliriz. En azından kuramsal düzlemde bir gün her şeyin sıfırlanacağı herkesçe kesin olarak bilinmekle birlikte, duyguların düşüncelerden daha keskin olduğu da muhakkaktır.

Ölüm tarihinin gizliliği, büyük sınavın diğer bir esasıdır elbette. Dediğimiz gibi, sadece o günün açığa çıkması bile sınavın dengelerini alt üst etmeye yeterlidir. Kişisel olarak, ölümümüzün tam gününü bilmeye ihtiyacımız olduğundan emin değilim. O günün kesin olarak geleceğini bilmek yeterlidir; ama bir temele ihtiyacı vardır: Kesin bir iman ve itminan… İçimizden kaç kişi Allah’ın varlığına ve Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna bütün kuşkulardan uzak bir gönül rahatlığı ile iman ediyor acaba? Bu çok önemli bir sorudur. Çünkü iman teorik ya da ideolojik bir gevezelik değildir. Öte yandan bir kimsede imanın gerçek olup olmadığını anlamak istiyorsak, elimizdeki karine o kişinin dışa dönük tutum ve davranışlarıdır. İnsan kırık bir testi gibidir. İçinde olan şey, bir şekilde dışarıya çıkar. Çıkmıyorsa, kural olarak “yok” hükmündedir. İstisnalar hariçtir…  

Her şeyin bir sonu vardır, bir tek Allah sonsuzdur değil mi? Öyleyse, bu dünyada yaptığımız her şey sadece ve sadece Allah ile olan ilişkisi kadar sonsuzluğa erişecektir. Aksi halde, yapıldığı andan itibaren hayat hakkından da, herhangi bir anlamdan da yoksundur. O türlü işler, hiçbir zaman “var olmuş” sayılmazlar.

Unutmayalım ki, Allah’ın makamına ulaşmasına izin verilen davranışlar, yalnızca O’nun sevgi ve rızasını kazanmak amacıyla yapılmış olanlardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi