MOLOTOFÇUYU CANLI YAYINDA VURMAK!

Mutlak eşitlik ilkesi açısından cennet ne kadar gerekli ise, cehennem de o kadar zorunludur. Yoksa fiziki koşulları mutlak eşitliğin gerçekleştirilmesine izin vermeyen dünyadan zalim zulmüyle, mazlum da zilletiyle göçüp gideceklerdi. İnsan ölümü bir kez tadar. On kişiyi öldüreni on kez öldürebilir misiniz?

Ahirette ortaya çıkarılacak olan bu ödül ve ceza bölgelerinin dünyada da izdüşümleri bulunmaktadır. Mutlak eşitlik, hem dünyada hem de ahirette İslam’ın temellerindendir. Adalet ve eşitlik uğrunda kavga vermek, Allah’ın emridir.

Adaletin bir yarısı “ceza”ya dayandığı gibi, merhametin bir köşesi de şiddete dayalıdır. Başka bir deyişle, merhamet bazen şiddeti de içerir. Kötüye şiddetle ceza vermek, eziyet gören veya öldürülen mazlumlara karşı beslenmesi gereken merhamet duygusunun bir gereğidir.

Üst düzey bir emniyet mensubu, molotof atanların vurulması seçeneğinin tartışılması gerektiğini söylediğinde, ilgili görüş bazı medya organlarında “tuhaf bir düşünce” olarak algılandı. Neden? Onlar sağlam ve yüksek plazalarda bulunuyorlar, halk otobüslerine binmiyorlar ve keyifleri yerinde de ondan… Madem bu çözüm önerisine karşısınız, o halde gidin o “zararlı yaratıklar”ı ikna edin, molotofları ellerinden alın ki çocukları öldürmesinler… 

Bu durum dışarıdan öğretmenlerin çocukları dövmeye haklarının olmadığını, bunun yanlış bir davranış olduğunu söyleyenlerin tavrını andırıyor. Aslında kendileri öğretmenlik yapıyor olsa, belki de her gün şiddete başvururlar. Konu hakkında hiçbir deneyimleri olmadığı halde ayak ayak üstüne atıp ahkam kesiyorlar. Liselerdeki eğitimin ve öğretmenlerin, “Ölü Ozanlar Derneği gibi filmlerde ve eğitim bilimleri kitaplarında anlatıldığı gibi olduğunu sanıyorlar… Doğrusu, bir hocanın sınıf içinde kendisine karşı kaba davranışlarda bulunup saygısızca sözler söyleme cür’etinde bulunan bir öğrenciye serinkanlı ve şefkatli bir şekilde “Neden kantine gidip kendine bir kahve almıyorsun?” diyebilmesi büyük bir sabır ve nezaket gerektiriyor değil mi? İşin içinde olup hala idealistçe ilkelerine sadık kalan biri olarak kendi tutumumdan ve olması gerekenden söz ediyorum, idealden söz ediyorum; ama etrafımda öyle olmayanların varlığını da sessizce kabul ediyorum. Teorik gevezelik yapmıyorum. 

İşte bu da öyledir. İşin içinde olacaksınız. Ona göre, neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar verebileceksiniz. Dışarıdan işkembeden sallama gazeller okumayacaksınız.

Yanlış düşünüyor olabilirim. Öyleyse eğer, ikna edilmek isterim ve buna hazırım; ama kişisel görüşümü de açıkça söyleyeyim: Bazılarının kulağına biraz garip gelebilir; ama, evet, molotof atmak üzereyken görülenler canlı yayında, hemen orada vurulmalıdır ve olayın AİHM’de dava ve tazminat konusu olması ihtimaline karşı, işlenen “terör ve nefret suçu”na uygulanan bu muamele video kamera kaydı altında uygulanmalıdır. Böylelikle topluma zarar vermekten, her gün işe, okula veya gezmeye gitmek için kendisinin de bindiği otobüsün içine molotof kokteyli atıp, tanımadığı, belki asla yüz yüze gelmediği ve gelmeyeceği, kendisine hiçbir zararı dokunmamış ve dokunmayacak olan insanları ısınmak için soba yakarmış gibi cayır cayır yakmaktan zevk alan bazı psiko-patolojik tipler ölür, ileride bu nedenle hayatını kaybetme ihtimali dahilinde olan yüzlerce masum sözkonusu uygulamanın oluşturacağı caydırıcılık atmosferinin güven ve huzuru içinde yaşamını sürdürür. Ölüm, en caydırıcı cezadır. Birkaç kişinin canını almadan, binlerce insanın yaşama hakkını ve şansını koruma altına alamazsınız…

 “Niye insan öldürmeyi savunuyorsun? Bu iş bu kadar kolay mı? İnsan hayatı bu kadar ucuz mu?” diye soracak olanlar önce şu soruya cevap vermek zorundadır: “Sabahleyin annelerin kahvaltısını yapmadan okula gitmesine bile dayanamayıp erkenden kalkarak karnını doyurduğu, sonra öpüp koklayarak, arkasından kayboluncaya dek el sallayarak okula gönderdiği bulunduğu otobüse atılan molotoflarla cayır cayır yanarak ölen o zavallı, o körpecik, o masum çocukların yaşama hakları hiç mi önemli değildir? Yarın o molotofların yakarak öldürdüğü çocuklardan biri de sizin çocuğunuz olabilir… Siz de olabilirsiniz…

Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir yirmi beş bin doların üzerine çıktığı zaman geri geleceğine inandığım idam cezasını şu an için de savunuyorum. İdam cezasının mantığı neyse, bu uygulamanın mantığı da odur. Yani aslında ölümü değil, yaşama hakkının devamını ve daha fazla insanın yaşamasını istiyoruz. Daha fazla hayat istiyoruz…

Devlet herkesi tek tek ikna etmeye çalışmak zorunda değildir. “Örgün eğitim” diye bir şey vardır. Molotof yapıp atarak dükkanları, araçları kundaklayan, insanları “ızgara” yaptığını düşünerek kendisiyle gurur duyarak geriden kahkahalar atan zararlıların hayat hakkı, işine gücüne giden, üreten, paylaşan, topluma faydalı olmak için koşuşturan masum kitlelerinkinden daha değerli olamaz, gerekirse o büyük fayda uğrunda gözden çıkarılmalıdır.

Yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için, son bir eklemede bulunmak istiyorum: Bu öneri, bireylerin insiyatifine bırakılacak bir husus değildir. Niyetim birilerini kışkırtmak, onlara taktik vermek ya da etnik unsurlar arasında sorun çıkarmak değildir. Çünkü bu ülkede molotof ilk kez atılmıyor, onları her zaman belli bir etnik kökene mensup kimseler de atmıyor. Yasa ve yönetmeliklerde boşluk varsa, doldurulmalı, yoksa yenileri çıkarılarak polisin yetkileri bu yönde genişletilmelidir. Demek istediğim, bunlar yasa ile ve devlet marifetiyle yapılmalıdır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi