
Mert Aslan
Memleketi satıyorlar yetişin!...
Yayınlanma:
Özelleştirme çalışmalarının daha sistemli ve etkin bir biçimde sürdürülmeye başlandığı zamanlardan bu yana, mevcut iktidar için “Memleketi satıyorlar!” propagandası yapılmaktadır. “Memleketi satmak”tan kasıtları, eskiden sürekli zarar etmeleri, zararlarının faturasını ise vergileri ile halkın ödemek zorunda kalması nedeniyle devletin, yani milletin sırtında “yük” ve “kambur”olarak tanımlanan kamu iktisadi teşekküllerinin satılması sürecidir.
Eskiden “Bunların bir an önce satılması gerekiyor. Devlet ve millet bu kamburu daha fazla sırtında taşıyamaz.” diyenler, kitlerin özelleştirmesi bir bir gerçekleştirilmeye başlayınca, geriye gönüp “Ey millet! Bakın bakın, memleketi nasıl da satıyorlar!” diye bas bas bağırmaya başladılar. Ne yani, satılmasaydı da yüz kişinin yürüteceği bir kamu teşekkülünde “kart hamili” bin kişinin kadroya alındığı, dolayısıyla dokuz yüz kişinin yata yata, hatta işe bile gitmeden gerine gerine “İyi ki okumamışız da buralara işçi olmuşuz. Okuyup daha iyi bir iş mi bulacaktım sanki?” diyerek 3-4 bin lira maaş aldığı eski düzen devam mı etseydi? Nitekim o kitlerin hemen hapsi artık kar ediyor. Son yıllarda “zarar eden kit” lafını duyan var mı?
Benim maaşımın yaklaşık üçte biri, maaşımı elime almadan kesiliyor. Maaşım onlar o dönemde yattıkları yerde banden daha fazla maaş alsınlar diye mi kesiliyordu? Evet, aynen öyle oluyordu… Bu memleketi koruyup kollamak, o işletmeleri rantable hale getirmek için (yabancıya da olsa bile) satmak da memleketi satmaksa eğer, bence bütün memleketi hemen satmak lazım. Çünkü insan hakkı yemek, insan ilişkilerinde olabilecek en büyük zulümdür…
Bir gün bir arkadaşım ziyaretime geldi. Biraz muhabbetten sonra, nasılsa laf dönüp dolaştı, buraya geldi. “Memleketi satıyorlar!” filan deyince, harekete geçtim. Tartışmaktan hoşlanmam; ama antrenmanlıyımdır.
“İznin olursa” dedim. “Sana bir olay anlatacağım, ondan sonra bir karar verirsin. Sakarya’da eskiden kocaman bir arazi vardı.” diye devam ettim konuşmaya. “Orada sığırlar otlardı. Daha sonra Toyota firması geldi, oraya bir otomobil fabrikası kurdu. Şimdi orada faaliyet gösteren dev bir fabrika var. Binlerce vatandaşımıza istihdam sağlıyor, devlete vergi veriyor, ihracat yapıyor.”
Sonra, “Peki şimdi o arazide hala sığırlar otluyor olsaydı, sence daha mı iyi olurdu?” diye sordum.
“Bence daha iyi olurdu...” deyiverdi.
“Öyle düşünüyorsan, daha fazla sözüm olmaz.” dedim ve sustum.
Herkes bilemlidir ki, bugün Amerika, Almanya, İngiltere gibi büyük ekonomi olmanın zorunlu şartı, ülke ekonomisinin dünya ile entegre olmasıdır. Özal’dan bu yana bütün başbakan ve cumhurbaşkanlarımızın her yurtdışı gezilerine yüzlerce iş adamı ile birlikte gidiyor olmaları, tümüyle bu amaca yöneliktir. Bizim iş adamlarımız tüm dünyada, tüm dünyanın iş adamları da bizim ülkemizde iş yeri ve mülk alıp yatırım ve faaliyet yapmalıdır. Küflü kafaların “memleketi satmak” dedikleri de budur. Bizim yurttaşlarımızın örneğin Avrupa’da Belçika çapında toprağı, evi, fabrikası, işletmeleri olsun; ama bizim ülkemize hiç kimse gelmesin. İçimize kapanalım, Suriye gibi olalım… Miliyetçilik bu mudur?
İşte bu kafanın Türkiye’de bir türlü iktidar olmamıyor olması hem anlaşılabilir bir şeydir, hem de bu halk için en büyük talihtir…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.