
Alev Ayyıldız
Mehmet Akif, 2. Abdülhamit Düşmanımıydı?
Yayınlanma:
Şu Bizimkiler’in yazarı Hüseyin Üzmez’in bir kitabında okumuştum. Katıldığı bir toplantı da, yazar Emine Şenlikoğlu kendisine çıkışır. Üstat Necip Fazıl’ı ve gönlümün deli adamı Osman Yüksel’i eleştirerek hatta hafif küçümseyerek anlattığını söyler. Bunu üzerine Üzmez şöyle cevap veriri. “Ben onların yalnızca insan olduğunu gözler önüne sermek istedim. Her ikisiyle de gönül bağım vardı. Onların ölümünün ardından kaç kişi ruhlarına hediye için namaz kıldı ya da arkasından kaç kişi dua ediyor. Ben okuduğum duaları ve kıldığım namazları onlara da armağan ediyorum”
Sevdiğimiz insanları kusursuz görme üzerine oldukça hoş bir anekdot. Bir şahsiyeti beğenmek, fikirlerini örnek almak muhakkak güzel hatta olması gereken. Ama kusursuz kabul etmek, hata yapacaklarına, hata yapabilme ihtimallerinin olacağına inanmamaksa hem büyük bir önyargı hem de tabulaştırmanın ilk basamağı.
İstiklal Marşı’nın kabulünü kutladığımız ve usta şair Mehmet Akif’i andığımız bu günlerde, aktardıklarıma bu konu üzerinden örnek vermek istiyorum.
Geçen yılın vatan şairimize atfedilmesi sebebiyle, özellikle son birkaç yıldır etkinlikler daha çok arttı. Kültürel çalışmalar, konferanslar, şiir dinletileri ve daha birçok faaliyet gerçekleştirildi. Protokol konuşmalarında mısraları yine dillerden düşmedi.
Muhakkak ki bu tür çalışmalar önemli ama bir şeyler eksik. Tamamlanmamış olan ne diye sorarsanız da her şeyin basmakalıp ve çok sıkıcı şekilde tekrar etmesi.
Ezberletilmiş sloganlara dönüşen ve kalbe inmeyen çalışmalar, ancak Akif’i zorunlu olarak yıldönümlerinde hatırlamaya yarar.
Usta şair kuşkusuz bunlardan çok daha fazlasını hak ediyor. Karakteri, eserleri irdelenmeli ama hatalarıyla, doğrularıyla, eğitimiyle de ele alınmalı.
Akif’i tanımak isteyen birisi, Tacettin Dergâhı’nın önemini, Tahir Efendi’nin kim olduğunu ve Sultan Abdülhamit’e olan öfkesini ve açıkçası düşmanlığını da bilmeli.
Sohbetine doyum olmadığı söylenen memleket sevdalısı bu kutlu ismin ölümünde yalnızca üniversiteli talebelerin olduğu da hatırlamalı.
Üst satırlarda da belirttiğim gibi Mehmet’i Akif’le bütünleştiren “söz ustasını”, çoğu kimsenin duymadığı ve bilenlerin bile sohbetlerinde geçiştirdiği konularla anmak istiyorum.
Bir insanı yarım tanıyacağınıza hiç tanımamak daha iyidir deyip, O’nu yetiştiren en önemli isimden, babası ve hocası olan Tahir Efendi’den bahsederek başlamalı söze.
Bütün yoksulluk ve mahrumiyetlere rağmen temizliği ile dikkat çeken ve “Temiz Tahir Efendi” diye yâd edilen bu güzel insan, Fatih Medresesi müderrislerinden. Mehmet Akif'in olgunlaşmasında Tahir Efend’nin etkisi oldukça fazla. Akif, Arapçayı ve dine ait eserleri hep babasından öğrenmiş. Ayrıca babası için «O benim hem babam, hem de hocamdır. Ben hayatta ne öğrendi isem ondan öğrendim» demiştir. Müthiş bir ezber kabiliyeti olan ve binlerce beyti ezberinde tutan, hafız Akif’in Fransızca ve Farsçanın yanı sıra Arapçaya da ileri derecede hâkim olmasını sağlayarak, dilde ustalaşmasının temelini atanda babasıdır.
Bir insanı severken, onu yetiştiren kişiyi bilmemek, ne derece doğru olabilir ki. Bu yüzden vatan şairini anarken, Tahir Efendi’nin de tanınması gerektiğini düşünüyorum.Gelelim ikinci konu olan Taceddin Dergahı’na. Şehit Başkan rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun defnedilmesiyle adını yeniden duyuran ve İstiklal Marşının yazıldığı huzur mekanı, Tacettin Dergahı’nın da bilinmeye hakkı var.
Âkif’in ve Muhsin Başkan’ın güzel nasibi olan bu güzide yerin hikayesi de ilginç. Kaynaklar, Taceddin Dergâhı'nı Kanuni Sultan Süleyman'ın talimatıyla Hacı Bayram-ı Veli'nin kurduğunu yazar. Bayramiye tarikatının bir kolu olan Celvetiler için yaptırılan dergâh, adını, bahçesinde kabri bulunan Taceddin Sultan'dan alır. 1826'da tamir edilen dergâh, Sultan Abdülmecit tarafından eklentiler yapılarak türbe, dergâh evi, çeşme, hazire ve camiden oluşan bir külliye haline getirilir.
Mehmet Akif Ersoy, İstanbul'un işgalinden sonra aldığı davet üzerine, milli mücadeleye katılmak üzere Ankara'ya gelmişti. Kendisine büyük hayranlık duyan Taceddin-i Veli Camisi imamı Tevfik Hoca kendisini karşılamış; şehirde kiralık ev bulmanın çok zor olduğu o dönemde külliyede yer alan bu yapıyı kendisine tahsis etmişti. Akif’in yalnızca milli, marşımızı değil, bazı eserlerini de burada yazdığı söylenir.
Gelelim üçünü konuya ve açıkçası kimilerinin daha okumadan önyargılarla yaklaşacağı mevzuya.
Sultan 2. Abdülhamit’e karşı çıkan, dönemine dair üç tane İslam âlimi bulunmaktadır. Mehmet Akif Ersoy, Said-i Nursi ve Elmalı Hamdi Yazır.
Prof. Dr. A, Ragıp Akyavaş'ın ''Tarih Mahşeri'' kitabının birinci cildinde Elmalı Hamdi Yazır’ın bu konudaki serzenişlerine değinir.
Çünkü Sultan Abdulhamid’in tahttan indirilmesini sağlayacak Hal fetvasını hazırlayan Elmalılı Hamdi Yazır’dır. Hayatının son anlarına kadar bunun pişmanlığı içerisinde olan Yazır, bulunduğu bir sohbette ''Ömrümde bu kadar ağır bir vicdan azabı çekmedim. Başıma ne geldiyse bunun manevî sillesidir. Gençlik saikasıyla bir iştir işledim. Allah beni affetsin!'' diye üzüldüğünü tarihi kaynaklar yazar.
Said-i Nursi konusuna gelince. Van’a yapılmasını istediği üniversite için Sultan’la görüşemeyen Said-i Nursi, itirazlarını ve Sultan’a yönelik tenkitlerini, Selanik ve İstanbul’da mitinglerdeki konuşmalarında ve yazılarında duyurmuştur. Fakat ömrünün sonlarına doğru , Abdulhamid Han’ın yaşayan torunlarından Nemika Sultan’la görüşür ve atası adına kendisinden helallik ister. Aralarında geçen konuşmada Said- Nursi “Sultan Efendi Hazretleri. Biz, gençlik sâikasıyla İttihadçılar’ın propagandalarına kapılarak dedeniz merhum Abdülhamid Han Hazretleri hakkında pek çok itâle-i kelâmda (lisânen tecâvüzde) bulunduk. O’nun vârisi sıfatıyla sizden helâllik diliyorum. Ben bir ölüm yolcusuyum. Kabre az mesafem kaldı. O’nun namına bana hakkınızı helâl ediniz!”.Bu konuşmanın ardından Nemîka Sultan’dan üç kez “helal ettim” cümlesini duyan Üstad “Elhamdülillâh, inşallah bu haktan da kurtuldum. Artık müsterih olarak ölebilirim” demiştir.
Mehmet Akif’in Sultan’a olan düşmanlığı ise daha ileri boyuttadır. Öğrencilik yıllarında hocalarının önemli bir kısmı Abdulhamid muhalifi olan Akif, bunun tesiriyle daha sert söylemlere girmiştir.
Safahat kitabında “Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi” ve “Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se, Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e” gibi çirkin bölümler mevcuttur.
Ayrıca Safahat incelenirse bunlara ilaveten "Korkak, baykuş, merkep, hayvan, zalim, mel’un, kızıl kâfir" gibi ağır hakaretler görülecektir.
Yazık ki o dönemlerde, herkesin düştüğü hataya Mehmet Akif'te düşmüştür. Ama Safahat'ın son bölümlerinden alınan bu beyitler Mehmet Akif'in pişmanlığını anlatmaktadır.
”Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi?
Ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi.
Nasılda kadrini vaktiyle bilemedik, tuhaf iş;
Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!”
Ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi.
Nasılda kadrini vaktiyle bilemedik, tuhaf iş;
Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!”
Akif'in Mısır'da yaşadığı yıllarda, saygı duyduğu yakın dostlarından Yozgatlı Mehmet Efendi'ye söylediği şu sözler, II. Abdülhamid hakkındaki görüşünü değiştirmiş olduğuna bir delil olarak kabul edilebilir. "Ölmez de iyileşebilirsem hatıralarımı yazmak istiyorum. Hatıralarımda Sultan II. Abdülhamid'e karşı itizar (özür dileme) ve itiraflarım olacak."
Konuyla ilgili olarak, öğrendiğimde oldukça etkilendiğim, Mehmet Akif’in Ayasofya Cami’sinde yaşlı bir adamla karşılaştığı ve “Senin Kabul Etmediğini Biz’de Etmiyoruz” adı altında bir anekdot var. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim.
Konuyla ilgili olarak, öğrendiğimde oldukça etkilendiğim, Mehmet Akif’in Ayasofya Cami’sinde yaşlı bir adamla karşılaştığı ve “Senin Kabul Etmediğini Biz’de Etmiyoruz” adı altında bir anekdot var. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim.
Uzun yıllar önce okuduğum ve bu vesile ile tekrar hatırladığım bu hikâyecik için söylenecek tek laf var. Görene değil gösterene bakmak lazım. Akif’i yaşla adamla karşılaştıran Rabbim, kim bilir usta şaire hangi gerçeği hatırlatmak istemişti.
Döneme dair bu yaşanmışlıkları bilmek, izinden gittiğimiz bu kutlu insanları tanımamıza vesile olacaktır. Üzeri kapanan bu gerçekler, yazık ki birilerinin Sultan Abdulhamid’e , Mehmet Akif’e, Elmalılı Hamdi Yazır’a yada Said- i Nursi’ye olan düşmanlığında kullanabileceği materyaller haline gelebiliyor.
Bu kutlu isimleri tam olarak anlayabilmek ve izlerinden gitmek ümidiyle
Selam ve dua ile
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.