Alev Ayyıldız
Alev Ayyıldız

Kurdun Kongre Öyküsü

Çocukluğumda hatırladığım belki de en güzel anımdır. Çerçeve ve cam işleriyle uğraşan bir dükkanın önünden geçerken Kürşat’ın ve arkadaşlarının resmini görünce sormuştum ağabeyime. “Bunlar kim diye” Büyük bir keyifle anlatmaya başlamıştı bizimkisi. Kürşat ve kırk yiğit yoldaşının Çin Sarayına yaptığı baskını.
 Uzun dönem etkisinden sıyrılamadım bu hikayenin. Nasıl bir tutkuydu bu özgürlük .Ölümü göze alıp başkaldırmak,? O zamanki sohbetlerde büyük ağabeylerin ve ablaların bizlere öğrettiği özgürlük ekseninde iki hikayeden biriydi bu. Diğeri ise Türklerin simgesel sembolü olan kurdun öyküsü, türeyişten tutunda, kurtla köpeğin karşılaşmalarını aktaran nice kurtlu destanlardı.
 Daha sonraları okuduğum Nihat Genç’in Köpekleşmenin Tarihi isimli (ki muhakkak okumanızı tavsiye ederim) kitabından bu çılgın hayvan hakkında daha ayrıntılı bilgiler öğrenmiştim. Dünya’da evcileştirilemeyen tek hayvandı kurt. Özgürlüğüne düşkündü. Rus’un ayısı, Fransız’ın horozu, Amerika’nın kartalı nasıl bu ülkelerin simgesiyse kurtta bizim ulusun sembolüydü. Milletçe ortak değerimizdi. Eski Türk filmlerindeki Tarkan’ın can yoldaşı kurdu, halkımız birazda filmlerin etkisiyle daha çok benimsemişti.
 Kurt her yerde milletçe sembolümüzdü ama siyasette MHP’nin simgesiydi. Bozkurtlar diye anılıyordu ülkücü camia mensupları. MHP’de kurt simge haline getirene kadar çeşitli görüşler ortaya atılmıştı. Şimdilerde kimsenin sahip çıkmadığı Hüseyin Üzmez’in kitaplarında özellikle Şu Bizimkiler’de bu süreç hoş bir şekilde anlatılır.
 Milliyetçi camia içinde Nihal Atsız’ın eserleriyle yerleşmeye başlayan kurt sembolü zamanla ülkücülerin adı oldu. Simgesine yarışır bir yaratılıştaydı milliyetçiler. Sert, ağır, vakur, merhametli ama asla eleştiri kabul etmeyen bir yapıdaydılar. Vatan deyince gözleri dolan Anadolu insanına, bu görüş ve bu sembol oldukça yakın gelmişti ve bunun doğurduğu sonuç olarak ülkücüleri bağırlarına bastılar.
 İyiydi, hoştu milliyetçiler ama kendilerini ifade etmekten yoksundular. Darağacında Üç Fidanların peynir- ekmek  gibi satıldığı dönemler oldu bu ülkede. Ama o üzücü yılları kendilerince anlatan bir yayın basmadı ülkücüler. Onlara göre yaptıkları vatan sevgisi içindi gösteriş gerekmezdi. Kul bilmese bile Yaratan bilmiyor muydu?. Böyle düşünüp kapalı kaldılar, kabuklarına çekildiler. Arada verilen canları, ödenen bedelleri Bozkurtların ekseninde anlatan Emine Işınsu gibi yazarlarda çıktı. Bugün yeni baskısı olmayan sahaflarda zorlukla bulabileceğiniz Sancı’yla Işınsu dönemi ve yapılan fedakârlıkları ustaca anlatmıştır.
 Yenilerde ise ömrünün on yılını zindanlarda geçiren bir isim, Yusuf Ziya Arpacık Başeğmediler’le o dönemleri, milliyetçilerin bakış açısıyla aktarmıştı. Çoğu ülkücünün bile bilmediği bu eserleri toplum nasıl bilebilirdi ki.? Özellikle yeni yetişen gençlerle bu camiayı anlatan yazarlar ve yapıtlar üzerine konuştuğumda ekseriyetle bırakın Atsız’ı, Işınsu’yu Dokuz Işığı bile tanımadıklarını fark ediyorum. Onların bu durumundan 80’lerin bıçkın delikanlıları olan orta yaşlı bozkurtlarda şikâyetçi. Şimdiki gençlikteki bu durumun nedenini ise eğitim eksikliğine bağlıyorlar. Eskiden Marks’ın kitaplarını okuyan, Stalini, Mao’yu bilen daha ziyade fikri tartışmalarla kendini aktaran nesil şimdilerde adam olmayı kendi tabirleriyle racon kesmekten ibaret sayıyor. Eskiden efendilik övülürken şimdilerde asarım- keserim tavırlar ilgi görüyor.
 Polatvari tavırlar ülkücü gençliğe yakışsa da Susurluk Sıkandalının yaşanmasıyla birlikte delikanlı imaj giderek kabadayılıkla bütünleşti. Çatlı ve arkadaşlarının ASALA’ya karşı gösterdikleri mücadele kapı arkası itildi.  Hatalar ve yanlışlar yapıldı- yapılmadı tartışılır ama bu süreçle birlikte milliyetçi camia mafyanın diğer adı haline getirildi.
 Fikir ayrılıkları oldu zaman içinde. Bugün dualarla andığım Türk siyasi tarihinin en önemli isimlerinden olan ve zaman geçtikçe kıymeti daha da anlaşılan rahmetli Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının kopmasıyla farklı başlangıçlara yelken açıldı.
 “Namaz kılan ülkücüler” diye tabir edilen Alperenlere karşı kimi cahillerin bilmeden sıkça söylemlerinden düşürmedikleri kafatasçı benzetmeleriyle milliyetçiler birde Şamanist yakıştırmalarına mazur kaldılar. Vatan sevgisiyle birlikte inanca ağırlık veren ülkücülerin Yazıcıoğlu saflarında birleşmesiyle birlikte MHP yalnızca milliyetçilik ekseninde anılır oldu. Eleştiri kabul etmeyen, tartışmayan , sert , öfkeli insanların partisi haline geldi.
 Son kurultayını izlerken MHP’nin Bölükbaşından, Türkeş’e ve Bahçeli’ye kadar partinin yaşadığı süreci bu çizgi ekseninde düşündüm. Çoğu siyasi partinin sahip olmadığı geçmişten gelen birikimlerin izini aradım kongrede.
 Kongre öncesi hazırlıklar güzeldi. Örneğin televizyon reklâmları, billboardlara asılan afişler insanların kongreden haberdar olmasını sağladı. Geçmiş dönemdeki kavga görüntülerine rastlanmadı bu kez. Ancak, 4 büyük il başkanının da aralarında bulunduğu bir grup yaptıkları yazılı açıklamada aday adayı Ses ile Yılmaz kurultay salonuna gelmemelerini, gelirlerse de salona alınmayacaklarını belirttiler.
Hiçte demokratik bir davranış değildi bu.
Ayrıca dikkat çekmek istediğim iki nokta var. Birincisi demokratik açılımı eleştiren Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ın siyasallaşacağı ve serbest bırakılacağı iddiasıydı. Bunca insanın katili olan ve ne tarafından yaklaşırsanız yaklaşın niye hala idam edilmediğini kavrayamadığım bu katilin serbest bırakılması düşünülemez bile. Kaldı ki bu ağır iddiaların finalinde “Biz bunlara izin vermeyiz” demesini bekliyordum, duyamadım.

Bahçeli’nin ayrıca kongre öncesi yaptığı açıklamada çıkabilecek olaylardan hükümeti ve emniyeti sorumlu tutması da şık olmadı. Bahçeli’nin yaptığı yazılı açıklamada, “Bundan sonra AKP’nin yurt çapındaki hiçbir toplantısı huzur içinde olmayacaktır” sözleri ise yazık ki siyasetle tehdidin bütünleşmiş haliydi. Bahçeli’nin hükümete yönelik bu sert tutumu salonda da kendini gösterdi.Siyasi parti temsilcilerinin misafir olarak geldiği kongrede AK Parti adına MHP Kongresi’ne katılmış olan Salih Kapusuz’un ismi söylendiğinde, alkışlar birden kesildi, yerini yuhalamalar aldı.misafire hürmet Türk geleneklerinin ayrılmaz bir parçasıyken bu davranış biçimi yakışmadı bozkurtlara..

Diğer ilginç nokta da Ergenekon sanığı Mehmet Haberal’ın oğlunun kongreyle MYK yönetime alınmasıydı. Türk milletine büyük zararlar vermiş adeta sülük gibi ülkenin kanını emmiş ve bunca karışıklığa imza atmış Ergenekon’un en önemli sanıklarından birisinin oğlu hangi gerekçelerle alınmıştı?
Kuşkusuz yargılamanın, sorgulamanın, fikri eleştirilerin ihanet sayıldığı MHP camiasında bu tür değerlendirmeler olmayacaktır. Demokratik açılım konusunda yapılan açıklamaların neden Ergenekon konusunda yapılamadığı gibi. 
  Üzüldüğüm noktaysa Türk siyasi tarihine bunca hizmeti dokunmuş ve en önemli isimlerinden olan bu partinin zamanla Susurlukla oluşan mafya partisi imajının Haberal’lı süreçle birlikte Ergenekon adıyla bütünleşme tehdidi yaşamasıdır.
 Diğer sağ partilerin genel kurultayların aksine MHP kurultayında yaşanan sertlikler, başka adayların kongre yerine dahi gelememesi  sağ kesimin bu güçlü ismini kendi içinde sorgulamaya götürmelidir.Türk töresi, Türk geleneği ve İslam inancını yaşattığını ve bu eksen altında yaşadığını savunan bu partinin hoşgörü rüzgarından bir dahaki kongrede nasibini alması temennisiyle.
Selam ve dua ile

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Alev Ayyıldız Arşivi