Alev Ayyıldız
Alev Ayyıldız

Kaybolan Çocukluğum ve Angelanın Külleri

    Çocukken annemi her kızdırdığımda “Milletin çocukları büyüdükçe akıllanıyor bizimkilerse deliriyor” diye söylenirdi. O zamanlar düşünürdüm. Acaba yaşım ilerledikçe daha fazla delirecek miyim diye. Benden iki yaş büyük ağabeyimle kıyaslama yapar, O’nun davranışlarını düşündükçe de insanın büyüdükçe delirdiği fikrine daha çok inandırdım. Büyümekten korkardım. Zaman içerisinde gördüm ki korkumda pek de haksız sayılmazmışım. İnsan yaşı ilerledikçe ne denli çıldırıyor bilmem ama bildiğim bir gerçek varsa gittikçe ruhsuzlaştığı ve hiçbir anının çocukluktaki yıllar kadar sevgi dolu olmadığıdır.

 
Elektriğin olmadığı devirleri bilmeyecek kadar genç olsam da şimdiki çocuklar gibi internet yada bilgisayar oyunlarını da bilmezdik. He- Man’lar vardı, Yalan Rüzgârları ve Hayat Ağaçları çıkardı televizyonda. “Et kemik sevilen Monik” türünde anlamsız sözlerle dizi kahramanları gün boyu ağzımızdan düşürmezdik.
 
Maddi durumumuz mu iyi değildi yoksa her şeye ulaşma imkânı daha mı kısıtlıydı bilmem ama el örgüsü bayramlıklar giyerdik genelde. Arkasında küçük bir kurdelesi olan etek ve üzerine aynı renk kazak. Kızsanız saçlarınız erkek modeli kısacık kestirilir ve kulağınızda muhakkak nokta küpeler olurdu. (O zamanlarda sevmezdim nokta küpeyi şimdi de pek hazzetmem). Erkek çocuklarıysa gene anne örgüsü geyik, elma ya da çocuk motifi işlemeli kazaklar giyerdi.
 
Misketler olurdu, gazoz kapaklarıyla oynanırdı. Seksek çizgileri süslerdi yolları. Beş taş oynamak için saatlerce uygun taş arardık yerlerde. Legolar bilinmezdi. Ama topraktan “ebemevleri” yapar içinde ateş yakardık. Daha sadist olanlarımızsa duman çıkan yere karınca atardı.Barbi bebek evlerimiz olmadı ama kiremit tozundan limonatalar, çamurdan pastalar yapar birbirimize misafirliğe giderdik.
 
İnsanın kendisinden büyük kardeşe sahip olmasının avantajlarını oyunlarda kullanırdım. Mahalle maçları olurdu. Takım kaptanı olan ağabeyimi torpil olarak araya sokar her maçta mutlaka oynardım. Arada onun kramponlarını bile giymeme izin verirdi. Çoğu kişinin sahip olamadığı ayağıma 2 numara büyük olan bu ayakkabılarla düşüp rezil olmamak için yoğun bir mücadele gösterirdim. Altları çivili kramponlar uzaydan gelmişçesine olağanüstü gelirdi.
 
İnşaatlardan çivi toplar eskiciye satar dondurma alırdık. Arabaların hele küçük kamyonetlerin arkasından koşardık. Güvercin besler, gün boyu onları izlerdik. Kuş sevgisi hele güvercin sevgisi genetikmiş derler. Haklılar sanırım.  Kömürlükteki güvercini yediği için eski çift kırmasıyla kedi kovalayan dedemi ya da bizim güvercinleri çalmaya çalışan çocukları günlerce arayan ve finalde onları bulma başarısını gösteren babamı düşündükçe bu deyimin hiçte yersiz olmadığı görüyorum. Hala en sevdiğim hayvan güvercindir ve ben hala saatlerce onları izlesem de bıkmam.
 
Bir iletişimci olarak değerlendirirsem çocukluk yıllarıma damgasını vuran kesinlikle Emrah filmleriydi. Tuhaftır bir insanın tüm filmlerinde ya annesi, ya kız kardeşi ya da sevgilisi tabiri caizse nasıl kötü yola düşme başarısı gösterebilir?. İşin ilginci tüm bu saçmalıkları düşünmez her filmde çoluk, çocuk ağlardık. Hadi biz ağlardık da anneler, halalar, teyzeler, komşu kadınlarda ağlardı. Orhan Gencebaylı, Ferdi Tayfurlu ağır arabesk kokan hüzün yağmuru türkülü şarkılı sinemaları da unutmamak lazım. Kötü kahramana beddua edilir iyiler alkışlanırdı.
 
Filmlere verilen aşırı tepkileri düşününce acaba diyorum geçmişte herkes daha iyi niyetlimiydi?. Kent kültürünün ve yabancılaşmanın etkisi bu denli ailelere girmemişti nede olsa o yıllarda. Komşular birbirlerini yemeğe davet eder, altın ve para günleri gibi toplantılar yapılmazdı. Ellerinde örgüleri ve dantelleriyle ojesiz tırnakları, ruj ve parfüm yerine tenleri mis gibi sabun kokan kariyer kaygısı taşımayan annelerimiz vardı.
 
Koltuk takımlarının yerini divanlar, gümüşlüklerin yerini ise içleri gazetelerin hediye ettiği ansiklopedilerle süslü vitrinler alırdı. Çocuk odaları, genç odaları bulunmaz, yer yatakları serilirdi. Yemekler masa yerine bence hala Dünya’nın en keyifli yemeğini yediren yer sofralarına kurulur, şimdiki gibi ekmekler atılmaz, en küçük parçasına kadar sofra bezindeki kırıntılar toplanırdı.
 
Mc Donaldslar yoktu (İyi ki de yoktu)ama ekmek arası domates oldukça popülerdi. Kimse yemek yerken bile kibar görünmek zorunda olmaz, kirlenen eller önce yalanarak temizlenirdi.
 
Doğalgaz ya da kalorifer yaygın değildi. Sobadan çıkan alevin tavana yansımasından farklı şekiller kurarak uykuya dalardık. Dünya’nın en kullanışlı ev aleti olan sobaların üzerinde yemek pişirilir hele kuzineyse fırınına patates atılırdı.
 
Okul Sevrsileri de pek yaygın değildi. Bilmem ne kadar yolu bir eşek yükü kitabı sırtlarımızda taşıyarak yürürdük. Kış günlerinde akşam karanlığında annelerimiz almaya gelirdi. Siyah önlüğün üzerine beyaz el örgüsü yakalıklar takılırdı. Okullarda bedava fındık ve süt dağıtılır, her hafta süt içen bir öğrencinin zehirlendiği hikâyesi uydurulurdu.
 
Mailler ve cep telefonları yoktu. Bayramlarda yeni yıllarda aile büyüklerine kartpostallar atılır ve akrabalardan gelen kartpostallar biriktirilirdi. Şimdiki gibi cep telefonuyla toplu mesaj atılarak bayram kutlanmaz “Çok yazmasın” tembihleri eşliğinde bayramlar aranarak kutlanırdı. Hatıra defterleri vardı. Kenarına ünlülerin gazete kâğıtlarından kesilmiş resimleri yapıştırılır “Kalbin kadar güzel bu sayfayı” diye başlayan cümleler sıralanırdı.
 
Bu dönemleri yaşayanlar ve daha öncesi yılları bilenleriniz acı ya da tatlı onlarca anıyı, yazıyı okurken eminim gözlerinizde canlandırmışsınızdır. “Neydi o yıllar” deyip yüzünüzü bir parça özlemle gölgelenmiş bir gülümseme sarmıştır. Daha fazlasını hatırlamak ve geçmiş zamana yolculuk yapmak isteyenler içinse bana bu duyguları hatırlatan bir kitabı önermek istiyorum. Angela’nın Külleri…
 
Son dönemlerde okuduğum en keyifli kitaplardan birisi olan bu eserde İrlandalı fakir küçük bir çocuğun, yoksulluk, inanç, hayaller ve en önemlisi çocuk gözleriyle Dünya’yı algılayışının izlerini bulacaksınız. Gülmekten insanın gözlerini yaşartacak bölümlerin oldukça sık olduğu bu kitap elinize alınca bırakmak istemeyeceğiniz kadar da sürükleyici.

İçinize geçmişin özlemini duyumsatacak bu kitabı okurken yüreğinizde çocukluğa dair saf ve masumane duyguları yaşamanız ve her daim yaşatmanız temennisiyle.

Selam ve dua ile

 

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Alev Ayyıldız Arşivi