
KADINLARIN HERKESLE SORUNU VARDIR
Kadınları hafife almayın. Onları anlamaya çalışın ve gardınızı asla düşürmeyin. Hiç ummadığınız bir anda yiyeceğiniz bir lucky punch (şanslı yumruk) ile kendinizi yerde bulabilirsiniz. Neden mi? Kadınların herkesle sorunu vardır da ondan… Diğer kadınlarla sorunları vardır. Erkeklerle sorunları vardır. Ne kadar güzel olurlarsa olsunlar, kendi bedenleri ile sorunları vardır. Hatta ağaçlarla bile sorunları olabilir…
Bir ara, sevdiğim, boylu poslu, ama yazık ki henüz çocuk denecek yaşta yetim kalmış bir arkadaşım ağlayarak odama girdi. Yüzü gözü kızarmış, ruhen çökmüştü besbelli. Dağ gibi bir erkeğin iki büklüm olup ağladığını görmek kadar hazin bir manzara ile karşılaşmak çok zordur!”
Anlattığına göre, birkaç aydır çıktığı bayan arkadaşı tarafından aniden terk edilmiş, dört gündür aramalarına yanıt vermemiş, yüzlerce mesaj gönderip yalvardığı halde nedenini bile söylememiş…
Elbette ki, iki kişi arasında geçen bir olayda her iki tarafı da dinlemeden hüküm vermek doğru olmaz; ama karşınızdaki kişi ne olup bittiği konusunda konuşmaktan kaçıyorsa, mecburen konuşan tarafın anlattıklarına göre bir kanaat oluşacaktır.
Kabul etmek gerekir ki, bayanlar bunu pek sık yapıyorlar. Ayrılmaya karar verdiklerinde (ki bu davranış, özellikle Türk kadınları nezdinde vicdan azabına yol açacak kadar önemli fiillerden sayılmamaktadır), doğru dürüst bir “Hoşça kal.” demeden kopup gitmek, herhangi bir açıklama yapma gereksinimi duymamak gibi sırıtık alışkanlıklara sahip oldukları çok açıktır.
Bir insan sevgilisinden (“Sevgili”yi genel bir ifade olarak kullanıyorum) ayrılmak istediğinde, nezaketen bir gerekçe göstermek zorundadır. Çünkü karşıdaki kişinin doğal olarak merak edeceği ilk şey, pat diye önüne koyulan kararın “nedeni” olacaktır. En azından ex olmuş sevgiliyi duyduğu şiddetli merakın ve gırtlağına düğümlenen sıkıntının etkisiyle orta yerinden çat diye çatlatmamak için iyi-kötü bir gerekçe bildirmek gerekir. Empati denilen şey, böyle durumlar için vardır değil mi?
Örneğin “Senin giyim şeklin niye modaya uygun değil?!” diyebilir, “Teknolojiden anlamıyorsun!” diyebilir, “Hiçbir müzikal enstrümanı çalamıyorsun!” diyebilir, “Konuşurken etrafa tükürük saçıyorsun!” diyebilir, “Burnun yamuk!“ diyebilir, “Kafan kel olmuş!” diyebilir, aklına gelen her şeyi diyebilir; ama muhatabını kahrından öldürmek istermiş gibi ölümüne susarak gitmek hiçbir kitaba sığmaz…
Arkadaşıma:
“Doğru bir yol izlememişsin” dedim ve birkaç soru sorduktan sonra birinci kuralı hatırlattım:“Sen bir erkeksin. Kadınlara asla yalvarmayacaksın.”
Yalvarmak, tam bir acziyet halidir. İnsanın algı sistemi, karşısında iki büklüm, salya sümük yalvaran birini karşısında boyun eğilecek ve peşi sıra gidilecek bir idol olarak algılamaz.
“Aç telefonunu ve söyleyeceğim şeyleri yaz.” diye devam ettim. Mesajı aynen söylediğim şekilde yazıp gönderdi. Bunun üzerine:
“Sana bir hafta içinde yazacaktır.” diye ekledim.
Bir süre sonra, tekrar karşılaştık. Uzaktan:
“Nasıl gidiyor?” diye sordum.
“Öğreniyorum…” dedi. Güldüm…
Doğrusunu isterseniz, bir kadın “Ayrılalım.” dediği ve bir gerekçe gösterme zahmetinden bile kaçtığı zaman, erkeğin yapması gereken en akıllı davranış hiçbir şekilde yalvarma pozisyonuna düşmeden ona “Madem ayrılmak istiyor ve sebebini de söylemiyorsun, o halde ben de o sebebi merak edip sormuyorum. Sebebinle birlikte defol git! Bu da senin içine dert olsun!” diyebilmesidir.
Bu ülkede, erkeklerin sırnaşmaktan kaçmak gibi bir lüksü yoktur. Sürekli isteyen, peşinden koşan, yalvaran konumumdadır; oysa geleneğin daha ağır baskısı altında olan Türk kadınları sırnaşan kadını “ucuz kadın” olarak algıladıkları gibi, sırnaşan erkeği de aynı şekilde algılarlar. Duyargaları, böyle kurgulanmıştır. Tüm zorluklarına karşın, ben erkeğin bunu yapmasından yana değilim. Erkek kadının peşinden koşmamalıdır. Peşi sıra koşulan olmalıdır. Kadının kölesi değil, patronu olmalıdır. (“Patron” sözünü yanlış anlamayalım, “baskın karakter” anlamındadır) “Peki nasıl olacak bu?” demeyin. Zaten evlendikten sonra roller değişiyor ve kadın erkeğin peşinden koşmaya başlıyor. Doğal ve mutlak statükonun evlenmeden önce başlaması daha mantıklı ve sancısız olmaz mı sizce?
Kadınlarımız, ilk adımı daima erkeğin atması gerektiğini beklemeye alıştırılmış durumdadır; ama ben diyorum ki, “İlk adımı atan, işin başında bir-sıfır yeniktir. İlişkinin başlaması (Bayanlar, bunu yalnızca gözleri ile “yeşil ışık” yakarak yaparlar) her zaman kadının onayına bağlı olduğu için, bırakın ilk fiili adımı atmak da onun görevi olsun.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.