
Kütüphane
Konya Halk Kütüphanesinin yerini biliyorsunuzdur. Mevlana Türbesinin karşısında kalır. Yazma eserlerin de karşısındadır. Nedendir bilmem Türbenin etrafı bir başka hava taşır. Manevi ağırlığından olduğu kesindir tamam. Üst üste yığılmış alışveriş tezgâhları, Mevlana çarşısının garip silueti, turistik eşyaların renkli ve pırıltılı görüntüsü, camında etliekmek yazan lokantalar ve her an körüklü bir otobüsün kavşaktan dönmeye çalışması. Hani türbenin komşusu Üçler Mezarlığı olmasa imiş ortada kalıp gidecekmiş.
Rûmî Hazretleri, hayatın içinden hiç kopmamış, esnafla, halkla iç içe birlikte yaşamayı tercih etmiş. Bununla birlikte bugün Müze ve Türbenin etrafı kentleşmenin makûs talihi ile baş başa kalmış dersek acaba hata mı etmiş oluruz?
Başlığımız konuya mütenasip olmayacak korkusu ile kütüphanenin içine girmiş olalım. Eski bir bina, ilk yapılardan sanki. İçimizi karartan resmî bir devlet binası havası esiyor hemen. “E zaten bir devlet binası!”dediğinizi duyuyor gibiyim. Ya da neden her bina en koyu ve matem havasını andıran renklerle boyanır? Bina, ilk yapılışında da kütüphane olarak mı düşünülmüş acaba? Kitaba ve kütüphaneye çok önem ve değer vermiş bir medeniyet olarak cevaplanması kolay bir soru değil mi?
Işık iyi, büyük bir okuma salonu var. Ancak ergonomik olmayan masa ve sandalyeler, duvarlarındaki koyu renkler, mat ve solgun kitaplıklar, ortamı donuklaştırmış. Birçok kitabın yıpranmasınlar diye ciltlenmeleri ve üzerlerine fosforlu kalemle isimlerinin yazılması bu donuk ortama ayrı bir renk(!) katmış.
Kitaplılar arasında dolaşırken daha çok bir arşivde dolaşıyormuşsunuz hissine kapılmamak oldukça zor. Kitapların türlerine göre ayrılmış olmaları ve bu türlerin isimlerinin kitaplığın üzerine yazılmış olması dışında sizi yönlendiren başka kolaylıklar bulmakta zor.
Çocukluğumuzda ödev aramak için gittiğimiz ve çoğunlukla bildik birkaç ansiklopediden yazarak ödevimizi tamamladığımız günlerin çokta ötesinde değil. Zaten kitap böyledir. Şekli şemalı değişmez, kâğıttır ham maddesi de, yine de kitapların bulunduğu ortamların daha rahat, iç açıcı, ergonomik, kitap okunacak düşüncesi ile inşa edilmiş bir mimari olmasını beklemek lüks olmasa gerektir.
Günümüz insanı bilgiye hızla ulaşmak istiyor. Özel araştırmacıların dışında pek çok kimse, aradığına, en hızlı ve nokta atışı ile varmak isteyen çağımız insanına cazip gelecek ve ihtiyacına cevap verecek mekânlar oluşturmalıyız.
"Okuyacak adam, mekâna bakmaz, kitap aşığı kitabın dışı ile ilgilenmez, sanki çok gelen var da!”gibi cümleleri kuracak olanlar çıkacaktır. Bir başka itiraz da; zaten kütüphaneler boş, kimse gelmiyor! Şeklinde olacaktır. Bu itirazlara kısmen de olsa hak vermek gerekir. Ancak mazeretten öteye geçmiyor ne yazık ki. Kütüphanelerden en çok faydalanması beklenenler öğrencilerdir. Sömestr tatili olmasına rağmen, şu günlerde kütüphaneye gelenler parmak sayısını geçer mi acaba?
Çalışan görevlilerin yardımcı olma çabası, yakınlıkları ve vefaları yeterli gelmiyor kanımca. Nitekim onlarda mesaiye yarım saat kala gözlerini okuyucuya dikiyorlar. “Yapacakları fazla bir şey de yok.”diyerek onları da küstürmüş olmayalım. Bu arada acaba kütüphane akşamları da açılabilir mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.