Kadınlar altın kaplamalı insan mı oluyor?

Bu yazı, bir kadın tarafından fena halde mağdur edilmiş ve çok sevdiği kızını görmekten yasaklanmış olan sevgili Emin bey’e ithaf edilmiştir. Güzel ve duyarlı yüreğinin yakın tanığıyım…

 
“Kadınlar çiçektir, sürekli ilgi, sevgi, koruma ve bakım isterler. Erkekler melektir, hiçbir gereksinimleri yoktur. Sadece susar ve sabrederler…

Kadınlar duygusaldır, duygusal boşluklarını dolduracak, kendilerini yalnız hissettiklerinde teselli edecek birilerini ararlar. O tesellicilerin her zaman için yanı başlarında hazır kıta beklemesini isterler…

 
Erkekler öküzdür ve ruhsuzdur, dolayısıyla onlarda “duygu” aranmaz. “İnsanoğlu” sıfatı ile de anılmayı da pek hak etmezler. Gerektiğinde sadece “yemlenmeleri” gerekir. Dolayısıyla, babalık duygularının varlığı bile tartışılmalıdır. Candan sevdikleri evlatları olamaz...

Babaların yalnızca mekanik işlevleri vardır. Bir makine olarak, başta ve en fazla karısı için olmak üzere, ailesinin rızkı için çalışıp üreterek eve ekmek götürmek zorundadır. İnsan görmediği şeyi çoğu zaman yok sayar. Kadınların pek çoğu için ev geçindirmek, çocuk okutmak çok kolaydır. Erkeklerin bu işlerle uğraşırken çektiği bütün sıkıntılar yok hükmündedir. Yani onları duygusal desteğe ihtiyaçları olmamalıdır. Çünkü sonuçta birer insan değil, üretim yapan mekanik araç gereçlerdir. Allah’a şükür ki, güçlü yaratılmışlardır. Sabır ve direnme sınırları biraz daha geniştir…

 
Bir kadının olduğu kadar, bir erkeğin de namus ve iffeti vardır; oysa bir kadın kendisini taciz ettiğiniz gerekçesiyle sizden şikayetçi olsa başınız tam bir belaya girmiş demektir. Bir erkek bir kadın tarafından tacize uğradığı veya rahatsız edildiği yönünde bir şikâyette bulunmuş olsa (ki bunun örnekleri boldur, yaşayanlar bilirler), Türk milletine onları gülmekten kırıp geçirecek yeni bir fıkra kazandırmış olmaktan başka bir iş yapmış olmaz.
 
“Kadına şiddet” insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur elbette, kabul edilemez; ne var ki bunun altında yatan psiko-sosyal etmenlerin tarafsızca incelenmesi için uzman yardımı gereklidir.

Kadınlar, “Erkekler aldatır.” Derler; fakat kendilerinin de her zamankinden daha fazla aldatma yoluna girmiş oldukları gerçeği ile birlikte aldatılmalarında asıl büyük sorumlu ve suçlunun yine “öteki kadın” olduğunu hep görmezden gelir, suçüstü baskını yaptıkları vakit suratlarına inen şamarların o “öteki kadın”ın “Sen de kocana sahip çıksaydın, onunla ilgilenseydin!” cümleleri olduğunu duysalar da kocalarını elde tutmak için yapmaları gereken tek şeyin pantolon gömlek ütülemek, yemek yapmak vb olduğunu sanmaya devam ederler; oysaki hiçbir sorun çevresindeki kişi ve olaylardan bağımsız değildir, hiçbir maddi ve manevi eziyet tek taraflı gerçekleşmez ve gelişmez…

 
Dünyanın hiçbir yerinde Anadolu’ya benzer ikinci bir “Kadınlar Cenneti” gösterilemez. Bizde kadın annelik açısından kutsal, cinsel açıdan ise tabudur. Dolayısıyla, paha biçilmezdir…

Elbette Müslüman Türk toplumunun en temel yapı taşı ve direği, yine kadın figürü üzerine bina etmiş olduğumuz kutsal “aile”, yani “yuva”dır. İnsana saygı ve sevgi bilincine sahip, sağlıklı ve vatanına milletine faydalı nesiller yetiştirebilmek için aile birliğimizi korumak ve onun üzerine titremek hepimizin görevidir; ancak bugün kadınlar bir taraftan “aldatma sanatı”nda uzmanlaşırken, diğer taraftan ayrılma durumunda erkekten koparabilecekleri konusunda “hesap uzmanlığı”nı geliştirmektedir. Hukuksal süreçte tazminat ve nafaka gibi talepleri doğrultusunda kararlar devşirme yolunda birilerini etkilemek için çoğu kez özel çabalar harcamak zorunda kalmasalar da, gerektiğinde “etkilemek” de onların işidir. Bir kadın iki kontrast tavırla işlerini hal yoluna koyabilir: Ya kısılmış ve hafif mütebessim gözlerle gözlerinizin içine birkaç saniyeliğine sabit bir şekilde bakar ya da başını önüne eğerek acıklı bir şekilde ağlar… Biz erkeklerin kadınların bu iki haline de dayanamadığımız söylenir, doğru mudur?

 
Aile birliğini korumak adına kurulan aile mahkemelerinin günümüzdeki adı “ boşanma mahkemesi “ olarak geçmektedir. Asli görevi aile birliğini korumak olan aile mahkemelerinin gerçek görevi çiftleri tez elden “boşamak” olmamalıdır…
 
Boşanma öncesi, süresince ve sonrasında eşlerin ve çocukların psikolojik ruh halleri ve yaşanmışlıkları enine boyuna araştırılmalıdır. “Pozitif ayrımcılık” olmaksızın, tarafsızca kalıtsal ruhsal hastalığı olup olmadığına dair, psikiyatri dalında uzmanlık yapmış bir tıp doktorunun raporu dâhilinde “ kusurlu “ taraf iyice tespit edilmelidir. Tarafların mutlaka uzman desteğine sevk edilmesi sağlanmalı, kutsal aile birliğinin korunması adına maddi ve manevi sorumluluklarının bilincinde olup olmadığına dair bilirkişinin raporu dâhilinde karar verilmelidir.

Yüce Türk yargısına ve değerli yargı mensuplarımıza elbette inanıyor ve güveniyorum. Bütün bu saptama ve sorularım kendi düşüncelerimi dile getirmek değil, toplumun şikayetlerini yansıtmaktan ve daha doğru olana ulaşmak için danışmaktan ibarettir. Son zamanlarda toplumun bilinçaltına durmadan pompalanan “kadına şiddet” kavramı üzerinden, tüm erkeklerin üzerine mutlak olmasa da potansiyel suçluluk hali yüklemeye çalışılmaktadır. Hakim ve savcılar da insan oldukları için, şu anda pek çok erkek, “Acaba adalet dağıtan yetkililerimizin medyanın bu hipnotik pompalamasyonunun etkisi altında kalarak mahkemelerde ‘kadına pozitif ayrımcılık’ yapmak suretiyle pek çok masum erkeğin başını yakıyor olmaları ne derece olasılık dahilindedir?” diye merak ediyor doğrusu… Eğer böyle şeyler oluyorsa, “kadına şiddet” lafı bumerang etkisiyle dönüp erkeklerin boğazına saplanıyor olamaz mı?

 
Hiç kuşkusuz, ruhsal tedaviye ihtiyacı olan kimi kadınlar, boşanma duruşmalarında annelik olgusu üzerinden, ağlamaklı gözler içinde yalanlar düzüp duygu sömürüsü yaparak, zavallı biçare, yardıma ve korunmaya muhtaç bir mağduru oynayarak, tazminat ve nafakayı garantilemek ve gelir etmek düşüncesi ile “özgürce ve sorumsuzca bir yaşam” için “pozitif ayrımcılık” kozunu büyük bir maharetle kullanabilmektedirler.
 
Bugün aile birliğini korumak adına yapılan hiçbir girişim söz konusu olmamakla beraber, beyanların yalan olup olmadığına dair hiçbir incelemeye de imkân tanınmamaktadır. Mahkemede şahitlik yapan kişilerin yalan yere yemin edip etmediğini sadece Allah’a havale etmek zorundasınız. Adil yargılanmak ve hakkınızı savunmak adına söz istediğinizde, “Sus, otur yerine, sen erkeksin!” denirmişçesine aşağılanmanın tadını bilenler bilirler; ama onlar da aynı Allah’ın Kullarıdır, onlar da candır, onlar da ebeveyndir, değil mi? Yoksa bu ülkede “erkeğin adı” yok mudur ya da “erkek olmak” müstakil bir suç unsuruna mı dönüştürülmektedir?

Hâkim takdir etti, boşadı sizi, aile birliğiniz sonlandırıldı. Peki ya adaleti yanıltmak üzere verilen yalan beyanların hiç mi önemi yoktur, hiç mi araştırılmaz? Eğer erkekseniz, zaten gözlere “suçlu adayı” gibi göründüğünüz için beyanlarınıza kuşku ile bakılır; ama numaradan ağlayabilen tek varlık olmasına rağmen kadının gözyaşları içinde verdiği yalan beyanları dinlerken herkes birden ciddileşir, ağzını hayretler içinde aşağıya doğru büzerek dinlemeye, hatta ağlamaklı olmaya başlar. Temel hak ve özgülüklerde eşitlik ilkesi ışığında herkesin aynı ciddiyet ve önyargısızlık içinde dinlenmesi ve “adaletin herkese eşit bir biçimde bölüştürülmesi” gerekmiyor mu?

Aile Mahkemelerinde Sosyal Hizmetler Uzmanı olarak görev yapan Pedagog ve Psikoloğun, ilaç bağımlısı, intihar teşebbüsünde bulunmuş bir kişiye sırf annelik duygusu niteliği üzerinden çocuğa bakım için ehliyet ve yeterlilik vermesi hukuka, usule ve insafa ne kadar uygundur acaba? Örneğin nasıl olur da klinik gözetim altında tutulması öngörülen, intihar eğilimli kişi olduğuna dair raporu bulunan bir kadına psikiyatri dalında uzmanlık yapmış bir tıp doktorunun onayına bile gereksinim duyulmaksızın küçük bir kız çocuğunun velayeti verilebilir? Ne yazık ki, Türkiye’de bunlar oluyor… Böyle bir çocuğun ruhsal ve bedensel sağlığı büyük bir risk altına girmiş olmuyor mu? Böyle bir çocuk ileride hem kendisi, hem ailesi hem de toplum için yararlı bir birey olabilecek midir? Yoksa kendisi ile birlikte hepimiz için de bir soruna ve belaya mı dönüşecektir?

 
Doğrusu, herkesin adil şekilde dinlenerek adil bir şekilde yargılanmak gibi hakları vardır ve “kadına pozitif ayırımcılık” denilen kavram, toplumun gözünde erkekleri doğal ve potansiyel suçlular sürüsüne dönüştürmektedir. Kişisel olarak, bu durumun yargıyı da etkileyerek pek çok masumu mağdur ettiğinden ciddi anlamda kuşku duyulması gereken bir noktaya ulaşmış olma olasılığımızdan büyük bir kaygı duyuyorum… Çünkü bu şekilde mağdur edilmiş olup bize ulaşarak ıstırap içinde dert yanan okuyucularımızın sayısı adeta katlanarak artıyor…

Şimdi soruyorum size ey ahali! Kadınlar altından mı yaratılmıştır ya da altın kaplamalı mıdır? Erkekler paslı demirden mi yaratılmıştır?

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi