Bu, edebiyat ve sanattan anlayan bekar bir adamın bir grup arkadaşımla birlikte kendisinden dinlediğim gerçek öyküsüdür.
-Bir chat sitesinde yabancı bir bayanla tanışmıştım. Ülkesinin kraliyet ailesinden sayılırdı. O yüzden, bazen şakayla karışık, “Ben bir prensesim.” diyordu.
Eğitimli biriydi. Maliye Bakanlığı’nda memurdu. Ana dili dışında, Fransızca ve İngilizce biliyordu. Ayrıca, çok zarif ve güzeldi.
Nette uzunca bir süre sohbet ettik. Sohbetlerimiz genellikle görüntülü, hatta bazen de kulaklıkla sesli sohbet şeklinde oluyordu. Onu sevmiştim. O da beni seviyordu. Sevgimizi birbirimize cesurca anlatıyor, aşkı hem doyasıya tadıyor hem de tattırıyorduk. Bunu yaparken sadece sözlerimiz değil, beden dilimiz de olağanüstü bir çabayı tüm gönüllülüğü ile sürdürüyordu.
Yaşadığımız aşkı büyütmek ve güzelleştirmek için her şey seferber olmuş gibiydi. O güne dek çevremde dikkatimi bile çekmemiş olan ufacık varlıklar bile artık gözüme öylesine önemli ve parıltılı görünüyordu ki, her birini sevgiyle kucaklama isteği duyuyordum. İki yönlü bir aşkın doyumu içinden bakan gözler, sıradan nesnelere bile olağanüstü anlamlar yüklüyordu.
İçimdeki sevgi, çevremdeki her şeyi o sevginin zorunlu bir parçasına dönüştürüyordu. “Onu seviyorsam, diğer her şeyi de sevmeliyim.” diyordu içimden bir ses. Kulaklarıma bunları fısıldayan, bir melekten başkası olamazdı. Aşkın meleklerinden biri…
Aradan yıllar geçti. Birbirimize duyduğumuz sevgi ve saygı hiç azalmadı, yıllar onu yalnızca büyütüyordu; ancak benim bazı istenmedik huylarım vardı. Örneğin çabuk kızıyor ve küsüyordum. Bu birkaç kez oldu. Kızıp küsen hep bendim. Hatırladığım kadarıyla hemen hepsi de benim haksız yere kapıldığım kıskançlık nebetleri sırasında olmuştu. Dargınlığım çok uzun sürmüyordu gerçi; fakat onun yapması beklenen hatalara ben düşüyordum. O ise hep alttan alıyor, beni ustalıkla ve sabırla idare ediyordu. Sanki bütün kadınsı kaprisleri alınmıştı. Bazen onun cennetten gönderilmiş olduğunu sanıyor, Tanrı’ya için için teşekkürler ediyordum.
Sözleri beni büyülüyordu. Görüntülü sohbet ettiğimiz bir seferinde o anda meyve suyu içtiğim bardağın kendisinden çok daha şanslı olduğunu, çünkü kendisinin onun gibi dudaklarıma dokunamadığını anlatmıştı. İtiraf etmem gerekirse, içinde yaşadığım toplumda bir kadının böylesine adanmışlık içinde sevip bağlılık duymasına ve bunu yüreklice dile getirmesine pek alışık olduğum söylenemezdi. Ona duyduğum aşka, minnet duygularım da katılıyordu.
Bir gün bana ülkeme gelmek istediğini söylediğinde dünyalar benim olmuşçasına sevindim. Artık onu görebilecek, dokunabilecek, hatta belki de sarılabilecektim.
Ülkeme gelmeden bir ya da iki gün öncesinde yine bir tartışma yaşadık. Çok önemli bir konu değildi; ama kırılmıştım ve geldiği vakit telefonda tartışmamız devam etti. Tartışma büyüdükçe büyüdü ve gereksiz bir inatlaşmaya dönüştü. Nihayet görüşmekten vaz geçmiştim. Ülkemde bir hafta kadar kaldı ve geri döndü.
Asıl söylemek istediğim şu ki, sevdiğim kadın dünyanın bir ucundan kalkıp beni görmeye gelmiş ve ben inanılmaz bir aptallık ve kabalık örneği göstererek bu fırsatı geri çevirmiştim. Onun yerinde olsaydım, onunla bir daha asla görüşmezdim; ancak o yine de benimle ilişkisini kesmemişti.
Erkeklerin birden fazla kadını sevme yeteneğine sahip oldukları yönünde yaygın bir kanı vardır. Ayrı zamanlarda ya da eş zamanlı olarak…
Onunla olan ilişkim devam ediyordu; ancak o sırada başka birini daha sevdim. İkinci bayan benim ülkemin kızlarındandı. O da eğitimli biriydi. O kadar güzeldi ki, ona ilgisiz kalmak için sadece bir kadın olmak gerekirdi; oysa ben bir erkektim ve sırf bu yüzden hiç şansım yoktu.
Her fırsatta görüşüyor, şehrin en güzel yerlerinde el ele, kol kola geziyorduk. Ne var ki, aramızda benim uzun süre dayanamayacağım türden bir sorun vardı: Beni günün yirmi dört saati boyunca kontrol altında tutmaya ve yönetmeye çalışıyor, durmadan hesap soruyordu. Mesajlarına on beş dakika gecikmeyle cevap versem, kapris yapıyor, kırılıyor, dahası çoğu kez gün boyu benimle kavga ediyordu. Anlaşılan, diğer işlerimin önemi yoktu. Hayatımda ondan başka hiçbir şeye yer olmamalıydı, hep kendisini düşünmem ve ilgilenmem gerekiyordu. Kendisinin var olduğu yerde, diğer her şeyin önemsiz birer ayrıntı olmasını bekliyordu. Aksini hissettiği zaman aşırı derecede sinirleniyor ve kavga çıkarıyordu. Çünkü o dünyanın merkeziydi ve ilişkinin yanızca onun benliğini okşayacak şekilde seyretmesi bir bayan olarak en doğal hakkıydı. Bir müddet sonra her gün kavga etmeye başlamıştık; ama yine de onu kaybetmekten korkuyordum.
Bir gün birkaç ay kalmak üzere ailesinin yaşadığı şehre gitti. Sadece telefonla görüşebiliyorduk. Aradan yaklaşık iki hafta geçmişti ki, bir gece yarısı saatler 00.1’i gösterdiği sırada arayarak sırf geceyi benimle geçirmek için otobüsle geri döndüğünü, terminalde beni beklediğini, izinsiz geldiği için sabahleyin ailesine geri dönmesi gerektiğini söyledi. “Hemen gel!” diyordu heyecanla.
İnanmadım. Gelmediğini, çünkü ailesinden izin almadan gelemeyeceğini, ailesinin ise çeşitli nedenlerle böyle bir şeye izin vermeyeceğini biliyordum.
Tüm ısrarlarına rağmen terminale gitmedim ve bu nedenle beni terk etti.
Düşünün ki, yabancı bir bayan uzak ülkesinden uçağa binip her şeyi göze alarak hiç görmediği ükleme beni görmeye geliyor, budalaca bir tavırla kendisi ile görüşmediğim için boynunu büküp ülkesine geri dönüyor ve yine de bana küsmüyor. Buna karşın benim ülkemin geleneksel kültürünce egosu şişirilerek göklere çıkarılmış bayanlardan biri yüksek yoğunluklu kaprisleri ile sırf bana sadakat testi yapmak amacıyla bir gece “Seni görmeye geldim.” diyerek kendince oyun oynuyor ve terminale gidip orada aptal aptal kendisini beklemediğim için beni terk ediyor.
Anadolu kültürünün kadınları ne hale getirdiğine bakar mısınız?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.