Alev Ayyıldız
Alev Ayyıldız

İç Çatışma Değil Din Savaşı

 

Konuşma, dinleme ve dilin önemini son yazılarımda sıklıkla vurgulamıştım. Üzerinde durduğum kavramların, düşünce tarzımız ve yaşayışımıza etkileri malum. Bu kapsamda, eğitimde yapılan değişikliklerde en çok Türkçe derslerinin arttırılmasına sevindim. Nitekim dilini doğru kullanmayan insan, inancını da, milli benliğini de kaybeder.

Pek magazinsel olmadığı için bilinmeyen Oktay Sinanoğlu’nun da vurguladığı gibi Bye Bye Türkçe demeyecek yeni nesiller yetiştirilmeli.

Konuşmanın ile dilin, algılama ve zihin üzerindeki etkisine de değinmek istiyorum. Örneğin “Komşu” denildiğinde nedense ilk akla Yunanistan gelir. Sınırımızın uzunluğuna ve bizlere olan düşmanlığına bakılmaksızın, nedense komşu kavramıyla onları bütünleştirmişizdir. Bir parça dizilerden, birazda geçmiş dönemde Arap ve İslam fobisi uygulamalarının etkisiyle böyle bir algılamanın oluştuğunu düşünüyorum.

Yüzünü Batı’ya dönen ve kendisini Doğu’ya kapatan, ülkesini yalnızca Misak-ı Milli’den ibaret sanan, cetvelle çizilen bu sınırlarında, nerede başlayıp nerede bittiğini bilmeyen nesiller olarak, bulunduğumuz durumu yadırgamamak lazım aslında.

Ama eğer iş yalnızca cehaletle kalmıyor, umursamazlık ve bilmediği bir mevzuyu bilir gibi davranmaya varıyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir. Tıpkı bizim Suriye’ye olan yaklaşımımızdaki gibi.

Öncelikle bir konuya kesin bir nokta koyalım. Suriye’de yaşananlar, iç çatışma değil tam anlamıyla din savaşıdır. Çoluk çocuk demeden öldürülen kişiler Sünni Müslümanlardır. Amaç etnik ve inanç bakımından çeşitlilik taşıyan ülkede, Sünni Müslüman nüfusunu bitirmektir.

Yatacak yeri yok tabirini yaptıklarıyla hak eden Esad bilindiği üzere Nusayri’dir.

Kimileri Nusayriliği İslamiyet’te bir mezhep ya da Aleviliğin bir kolu gibi göstermeye çalışsa da, bu sapık inanç daha ziyade Hıristiyanlığın etkisi altındadır. Mezhep olarak lanse edilmek istenen Nusayrilik, temelinde Hz. Ali’ye ilah kabul etmeye dayanır.

Namazla olan saygısızlıkları ve hiçbir inanca yakışmayan davranışlarını görerek,  “Bunlar nasıl Müslüman” demekse ancak cehaletle aktarılabilir. Yaşananlara çokbilmişlerin aksine baskıcı bir yönetime başkaldırı şeklinde değil, Müslüman bir grubun sistemli ve acımasızca öldürülmesi olarak bakmak gerekir. Düşünce tarzımızı bu bakış açısıyla şekillendirirsek, yaşanan zulme karşı daha duyarlı olabiliriz. Özünde Filistin’dek Yahudi vahşeti neyse, Suriye’deki zulümde aynı şekilde değerlendirilmelidir.

Lakin gerek ülke gündemini gerekse toplumun genel tavrı incelendiğinde böyle bir yaklaşımın olmadığını görüyorum.

Esad’ın Nusayri oluşu Suriye’ye dair haberlerde neredeyse yer almıyor bile. Şebbiha adı verilen insan azmanı illegal Nusayri ordusunun dahi varlığı ekranlarda yeni yeni yer almaya başladı. Herhangi bir  hukuğa tabii olmayan, ülkedeki  yağma, tecavüz ve cinayeti işleyen onlar.

İnanç, insanlık ve vicdani tüm suçları işleyen Esad’a ise, Ahmedinecat, Wen Jiabo, Putin ve Netanyahu arka çıkmaktan çekinmiyor. Nede olsa ortak hedefleri Sünni Müslümanların öldürülmesi.

Durum bu denli vahimken, Türkiye’de kimileri, korkaklığın dibe vurmuş tavırlarıyla konuşmaktan çekinmiyor. Aslında insanları ürkütmelerine gerek yok. Çünki el kadar yavruların boğazlanması, selülitli ünlüler kadar merak uyandırmıyor güzel yurdumda.  Türkiye’nin olası Suriye savaşına gireceğinden ve Amerika’nın bu konuda piyonu olduğunu iddia edenlere tarihten bir örnek vermek istiyorum. Rivayet odur ki Fatih Mehmet Han İstanbul’u fethetmeden önce, tedbiri kıyafetle çarşıya çıkar. Bir esnafa girer ve bir parça kumaş alır. Ardından ikinci bir parçayı isteyince esnafın cevabı manidar olur. “Ben aldığınız malla siftahımı yaptım. Lakin komşum yapmadı. Bu malın aynısı ondada mevcuttur. Gidip ondan alınız”.

Duyduklarını büyük bir memnuniyetle karşılayan ulu Hakan İstanbul’u almaya karar verir. Bilir ki arkasında siftah hakkını dahi düşünen ve dayanışma içinde olan halkı vardır.

Bugün Erdoğan öyle bir halkın arkasında olmadığının farkında. Halep’i ve Şam’ı, Hatay gibi , Antep gibi görmeyen, oradaki küçücük çocukların ölümüne kendi kardeşi gibi üzülmeyen bir ülke yönettiğinin bilincinde.

Üstelik Davutoğlu, mevcut Suriye- İran- Rusya grubunun düşmanlığını çekmeyecek ve hiçbir zaman Türkiye’ye dost olmayacak bu gurubun oluşturduğu ateş çemberine ülkesini atmayacak kadar zeki bir diplomat.

Lakin suskun kalınması ya da gelenlere kucak açılmamasının beklenmesi ise inançsal, ahlaksal ve kültürel açıdan mümkün değil. Hem yardım yapıp müdahil olmak, hemde de olası bir savaşa girmemek için çok dikkatli ama kararlı bir şekilde denge politikası yürütülüyor.

Muhalifler, uluslar arası alanda olması gerektiği şekilde ağırlanıyor. Umudum yakın bir zamanda bu çabaların daha da artırılması. Yoksa vicdanların unuttuğu Suriye’de çocuk kanlarının vebalini yalnızca Esad değil tüm Dünya veremeyecek

Selam ve dua ile

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Alev Ayyıldız Arşivi