Alev Ayyıldız
Alev Ayyıldız

Hac yolunda Türkistan Dramı

 

Bana negatif gelen, kimi zaman cümlelerimde ister istemez kullandığım sözcük, “Anlıyorum” kelimesidir. Ailevi sorunlar yaşayan bir bayana, sağlık problemleri yaşayan bir çocuğa, maddi sıkıntılar içerisinde kalan bir aile babasına kullanıldığında bile anlamsız bulduğum bu kelime zulüm ve baskı gören bir ulusa söylendiğinde ise daha bir trajik komik bir hal alıyor.

Türkistan’ın halinden anlıyor, onların acılarını paylaşıyormuşuz. Ne denli boş ne kadar yetersiz…

 
Çin’e devlet nişanı vermekten çekinmeyen bir ülke olarak nasıl “anlayabiliyoruz” merak ediyorum. Bırakın Cumaları, bayram namazlarına dahi gitmekten üşenen bir toplum nasıl camilere girilmesinin yasaklanmasını tüm yüreğiyle hissedebilir ki?. Keza aynı şekilde iftar hayalleri ve alışverişleriyle doldurulan sepetlere, buruşuk yüzlerle “Vakit dolsa da orucu açsam” serzenişleriyle Ramazanı bitirenler, okullarda kuru ekmek ve su şişeleriyle gezip oruçlu öğrenciye zorla orucunu açtıran Çinli öğretmenlerin zulümleri altında inleyen küçücük bedenlerin acısını nasıl anlayabilir ki?. Eldiven giyilmeden yoğrulan hamurun ekmeğini yemeyenler, taş hariç her şeyi tüketen fareden, yılana, sümüklüböcekten köpeğe kadar her türlü mahlukatı yiyen bir toplumun baskısı altında ezilen bir ulusun çektiklerini nasıl fark edebilir ki?.
 
Edebiyatı, palavraları, içi boş sözleri bir tarafa bırakalım artık. Neyi anlıyoruz, nasıl anlıyoruz.? Emin olun çekilen sıkıntı fark edilseydi, gösterilen zulüm yüreklerde hissedilseydi insanların haline üzülüp ciğeri yanan hatta içindeki yangın “Evinde et pişiriyor” söylentilerine neden olabilecek kadar yoğun olan Hz. Ebubekir’in yangını gibi olurdu. Gerçi O, “Sıddıktı”, sadıktı.  O’nun inceliğini beklemiyorum kimseden, göstermemiz de mümkün değil zaten. Ama ardına düştüğümüzü iddia ettiğimiz kutlu yolun da hassasiyetini bilmekte fayda var.

Yalnızca bir an düşünmenizi istiyorum. İşkenceleriyle dünya tarihine adını yazdırmış, onları tarif etmekten aciz kaldığım kadar gaddar bir toplum nasıl bir zulüm sergileyebilir diye düşünün. Türk ve Müslüman adı altında Türkiye topraklarında değil de Türkistan’da Çin zulmü altında yaşadığınızı  varsayın. Emin olun yüreğiniz birkaç saniyeden fazla bu hayale dayanamayacaktır.

 
Her şey bu deni netken, çekilen acı ve yapılan zulüm bu kadar açık gözler önüne serilirken tahammül edemediğim şeyse hala ısrarla Türkistan için Çin’in bilmem ne özerk bölgesi denmesi.
 
Unutanlara hatırlatmak isterim. Orası Türkistan. Binlerce yıllık Türk-İslam yurdu. Vatan millet sevgisini ağızlarından eksik etmeyenler dahi ısrarla yazmaktan dahi hayâ ettiğim Çin’in özerk bölgesi diye bahsedebiliyorlar ya bizim öz yurdumuzdan gerisini siz düşünün artık.

Hele ki birde kendilerince duygudan ve insanlıktan uzak bahane bulanlar var ki onların durumu ve söylemleri içler acısı. Yok Çin’in nüfusu çokmuş, yok ihracatımız onlarla iyiymiş, neymiş Türkistan çok uzakmış, yok uluslararası platformmuş gibi ruhsuz söylemler yazık ki ne kadar yaygın ve ne denli doğal kabul edilir oldu.

 
Duyarsızlığı bir parça anılamaya çalışabilirim ama bu tür konuşmalar duyarsızlıktan ziyade mankurtlaşmadır, vatan hainliğidir gözümde.
 
Bugün Dünya’nın dört bir yanında yürüyüşler düzenleniyor. Protesto gösterileri var. Zulmün olduğu diğer yerlerde olduğu gibi bu yapılanlarda hiçbir işe yaramayacak. Kendimizi rahatlatmanın dışında.
 
Muhakkak ki hiçbir şey yapılmamasından daha iyidir gösteri yürüyüşleri ama asıl önemli olan eylemlere dökülmeden hislerin milletçe Müslüman bir Türk bilinciyle yüreklere kazınmış olması gerekliliğidir.
 
Gerçek bilinçse şüphesiz inançla oluşur. Hak katında nasıl bir davranışın nasıl bir hissiyatın daha makbul olacağını kavranmasıysa izlenmesi gereken tek yoldur. Dünya hayatı sona erdikten sonra seksen yaşında Camiye girdiği için sakalından sürüklenerek öldürülen bir Uygur dedesine ya da kızı putperest bir Çinliyle zorla evlendirilen bir Uygurlu Müslüman anneye “Bizlerde sizleri düşündük. Kendi çapımızda gösteri yürüyüşleri yaptık. Çin malları almadık” demek ne kadar geçerli bir açıklama olacaktır ki.

Bu sorular ve içimi yakan cevapları, acının ötesinde olan hiçsizliğe sürüklüyor beni. Recep Şükrü Apuhan’ın kitabında okuduğum Abdulmecit İsa aklıma geliyor. Anıların, yaşanmışlıkların olduğu yerde onlara kulak vermek çok daha anlamlı olacaktır. Binlerce yıldır Türk kültüründen kopmayarak ana yurdumuz, öz yurdumuz Türkistan diyarında İslam inancını tüm yüreğinde yaşayan kardeşlerimize selam ve dua ile

 

 
Hac Yolunda Türkistan Dramı
“Abdulmecit İsa Pakistan’a gidebilmek için mahalli idareye müracaat etti. Müracaat formunun başşehir Urumçi’ye iletilmesi için üç ay bekledi. Urumçi’de işinin halledilmesi için beklemesi gereken süre 3-7 ay arasında değişiyordu. Urumçi’de gece sokak aralarında yatması gerekiyordu, çünkü yatacak yer yoktu. Abdulmecit İsa her zorluğa katlandı, Urumçi safhasını atlattı.
 
Evrak buradan Pekin’e sevk ediliyordu. Pekin’e gitmek içinse trenle4000 km yol kat etmek gerekiyordu. Trene bindi. Ne yolculuktu.! Bir Müslüman’ın yiyebileceği hiçbir şey yoktu. İstasyonlarda Müslümanlara yiyecek satılması yasaktı. Abdulmecit İsa, 4 günlük yolculuğun son iki gününü aç ve hasta olarak geçirdi. Pekin’e vardığında ayakta güçlükle durabiliyordu. Peş peşe 12 otele gitti. Hepsinden daha kapıda çevrildi. Yer yoktu!. Çinli olsaydı yer bulunabilirdi…
 
Sonuncu otelde koltukların üzerinde uyuma talebi geri çevrilince yorgunluğun verdiği sıkıntının zirvesinde direndiği için polis çağırdılar. Polis onu geceleri pansiyon olarak kullanılan bir okula götürdü. Yatması için sıraların üstünü gösterdiler.

Sabah olduğunda Abdulmecit İsa yatabilecek başka yerler olduğunu öğrendi. Bazı soydaşları geceyi oralarda geçirmişlerdi. İki hamamdı bu yatılabilecek yerler. Gece 12’de kabul ediyorlar sabah 5.00’de dışarı çıkarıyorlardı. Hamamın neresinde kalınırdı. ?. Soydaşları “Göbektaşında uyuduk” dediler. Abdulmecit İsa, sert ve yamuk yumuk okul sıralarından, göbek taşlarından geçip neticeye ulaştı. Pasaportu hazırdı.

Şimdi iş konsolosluktan vize almaktı. Bunun için Çinliler türlü engellemelerde bulunuyorlardı. Halkın bizzat vize müracaatında bulunması yasaktı. Seyahatçiler İdaresi’ne müracaat şarttı. Oranın kapısında günlerce sürünülecek, yine rüşvet çarkından geçilecek ve dolaylı olarak vize elde edilecekti. Abdulmecit İsa içinde öyle oldu.

Abdulmecit İsa’nin tek gayesi Hacca gitmekti. Pakistan Mekke’ye ulaşabileceği bir yoldu onun için, diğerleri için.

  O Mekke’ye ulaştı ama ulaşamayanlar oldu. Ömrü yetmeyenler, beklerken sokaklarda ölenler, öldürülenler. İnanç yolunda kurban olanlar…

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Alev Ayyıldız Arşivi