
BIRAKIN BENİ, TANRI YIKASIN!
Sanırım, “günah çıkarma” diye tabir edilen itiraf mekanizmasını duymayan kalmamıştır.
Bir perspektif yakalayabilmek için, belli başlı Hıristiyan mezheplerine, günah çıkarmaya yaklaşım ve uygulama biçimleri açısından bir kuşbakışı fırlatmak yeterli olabilir.
Anglikan kiliselerinde günah çıkarma geleneği sürmektedir; fakat onların çoğu Komünyon Ayini sırasındaki genel günah çıkarmayla yetinirler.
Günah çıkarmayı kutsama ayinleri arasında saymayan Protestan kiliselerinin çoğunluğu ise, bağışlanma için dua etmeyi ve Tanrı'nın içtenlikle tövbe eden herkesi bağışlamaya hazır olduğunun vurgulanmasını yeterli görürler. Başka bir deyişle, insan olarak din adamının Tanrı adına günahları bağışlaması kabul edilebilir bir şey değildir.
Düşünün ki, siz bir insansınız. Günaha karşı içgüdüsel eğilimler taşıyan ve günaha düşmesi diğerleri kadar muhtemel, hatta kaçınılmaz olan bir insan… Nasıl olur da, benim günahlarımı affetme postuna kurulursunuz? Sıfatı her ne olursa olsun, benim işlediğim günahları affetme yetkisine sahip olduğuna inanan biri, benim kendisinin günahlarını affetme yetkisine neden sahip olmadığım konusunda sağlam bir gerekçe göstermek zorundadır. Günah işlemiş olmak, bir insanı faziletsiz yapmaz. Benim kendisinden daha erdemli biri olmadığımı nereden bilebilir? Allah’a karşı işlediğim günahları insanlar affedecek ya da cennetin bağını bahçesini onlar satacaksa, Allah ne iş yapmaktadır acaba? Bizim gibi birer insan olarak, bunları düşünebildiklerinden eminim…
İşin aslı şudur ki, günah çıkarma olayı, ortaçağda toplumu denetim altına almak ve denetim altında tutmak isteyen kilisenin, istihbaratın önemini kavraması ile başlar. Suçların itiraf yoluyla bağışlanması, toplumun kontrol edilmesi amacıyla geliştirilmiş bir istihbarat mekanizmasıdır.
İslam’ın günahın bağışlanması olayına ilişkin anlayışı, diğer konularda olduğu gibi insan doğasının evrensel yasaları ile uyum içindedir. Dolayısıyla, Protestanlık, Katolik Kilisesi’nin uydurduğu işlere karşı çıkıp onlardan uzaklaşmakla, İslam’a birkaç adım yakınlaşmış olmaktadır.
Biz yaptığımız hayırlı iş ve ibadetlerin Allah nezdinde kabul edilip edilmediğini bilmediğimiz gibi, günahlarımızdan dolayı ettiğimiz tövbelerin kabul edilip edilmediğini de bilmeyiz. Ne ibadetlerimizin kabulüne, ne de günahlarımızın cezasına ilişkin kesin bir kanaatimiz olamaz. Bunlar tümüyle Allah’ın bilgisi ve tasarrufu altında olduğu için de, daima diken üstündeyizdir. Vicdanımız, sürekli canlı ve uyanık bir haldedir.
Bir dost der ki, “Kimi zaman Yüce Dost Allah ile halvet halindeyken derim ki, ‘Allah’ım! Ben dünyasını kaybetmiş biriyim. Çünkü isteklerim ve hayallerim çoktur; ama çoğu gerçekleşmemiştir. Öte yandan, ahireti de kaybetmiş olduğumu düşünüyorum. Çünkü günahlarım dağlarcadır. Bu gidişle, bana ne dünya yar olmuştur, ne de cennet yar olacaktır.’
Ve ne kadar büyük bir “kaybeden” olduğumu hatırladıkça, gözyaşlarım yanaklarımdan dereler gibi akıp gitmeye başlar…” Evrenin Sultanı olan Allah karşısında, ne kadar doğal ve etkileyici bir insan hali değil mi?
Kudretli bir devlet başkanının birine vaat etmiş olduğu bir ödülü vakti geldiğinde vermekten vazgeçmesi çok büyük bir kusurdur ve kapısına gelmiş olan kişide düş kırıklığı ile birlikte sevginin nefrete dönüşmesine yol açar. Kişi, onun o güne kadarki bütün davranış ve sözlerini yeniden gözünün önünden geçirip sorgulamaya başlar; oysa kendisine asi olmuş ya da saygısızlık etmiş bir sanığa işlediği bir suçtan dolayı takdir etmiş olduğu cezanın infaz günü gelip çattığında onu sürpriz bir şekilde bağışlaması hiç kimse tarafından bir kusur olarak algılanmaz. Aksine, bağışlamak övgüye değer bir meziyettir. Demek istiyorum ki, belki de Yüce Sultan “Mizan”ın kurulduğu gün, Hz. İbrahim babamızın ve onun soyundan gelen Yıldızların Efendisi’nin dualarını kabul ederek pek çoğumuza bu tür bir sürpriz yapacaktır.
Bir Allah dostu vefat etmiş ve huzura vardığında, Sultan:
“Bana ne getirdin?” diye sormuş.
O da:
“Allah’ım! Şüphesiz, bir dilenci bir sultanın kapısına geldiğinde, sultan ondan bir şey beklemez. Tersine, ona ikramda bulunur.” diye yanıt vermiş. Gösterdiği tavır, Allah’ın çok hoşuna gitmiş…
O, hazineleri sonsuz olan şan sahibi bir Sultan’dır ki, sürprizler yaparak kullarını sevindirmeyi çok sever. O’nun şanına yakışan da budur.
İslamiyet’in öğrettiği Tanrı-kul ilişkisinin güzelliğini tanımlamak kolay değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.