BEKİR AĞA CUMHURİYETİ

Geçen gün köşe yazıları yazdığı gazeteden sayın Bekir Coşkun’un yazısını okurken, yine midemin bulandığını hissettim. İyice takmış kafaya, yatıyor kalkıyor, Tayip Erdoğan ve arkadaşlarına çatıyor. Psiko-patolojik açıdan incelenmeye değer bir davranış… İstemdışı olarak, tipik bir akut paranoyak semptomu çağrışımı yapıyor ve pek sempatik bulduğum sevimli yüzü ile hiç mi hiç uyuşmuyor. Bu yalnızca onun değil, medyada kök salmış eskici bir grubun davranışıdır.

 
Yazdığı yazının her bir paragrafı sadece bir cümleden oluştuğu için, bütün cümleleri art arda eklemiş olsanız ortaya bir tek paragraf çıkıyor. Belli ki, düşünmüş düşünmüş, ancak bir paragraf yazı yazabilmiş. “Hay maşallah!” dedim kendi kendime ve yine elimde olmaksızın kafamdan birdenbire “Adama bu yazının üstüne bir de para veriyorlardır. Bedavadan para kazanmak böyle bir şey olsa gerek…” gibilerden bir cümle geçiverdi. Bağışlanmayı dilerim.
 
Bir de, çocukluk yıllarından kalma alışkanlıklarını koruma konusunda hayli titiz davrandığını fark ettim. Gerçi bu alışkanlık kendisi gibi düşünen diğer yazarlarda da var. Örneğin düşünsel açıdan kendisine benzeyen başka biri, bir ara Melih Gökçek’ten söz ederken durmadan İ. Melih Gökçek diyordu. İsmin başına koyduğu “İ” harfi, bildiğim kadarıyla İbrahim oluyor; ama millet ne demek istediğini gayet iyi anlıyordu. Sanırım, aklı sıra küfür ediyordu. Zaten pek çok kişi, yetmiş iki milyonun izlediği bir televizyon kanalında konuşurken bile “Lan” demekten utanmadığına birkaç kez tanık olmuştur. Nitekim aynı çevreden başka birileri de, bir ara başbakana RTE diye hitap ediyordu.
 
Bekir Bey, okumuş olduğum o yazısında benzer bir şey yapmış. Bülent Arınç’tan bahsederken AHA diyor. Belki onu yazarken malum el kol hareketiyle kendince alttan biraz da görsellik vermiştir. AHA, “Arınç Haber Ajansı”nın kısaltması oluyormuş. Yaptığı buluşun cesametine bakar mısınız? Anlayacağınız, yazıyı okurken bir an kendinizi kenar mahallelerden birinde sokakta oynayan çocukların arasına düşmüş gibi hissediyorsunuz. Biz, bu tür işleri çevremizde çocukken sık sık görürdük. Örneğin, arkadaşlarımızdan birinin boğazında bir miktar kıl kümesi vardı. Ona “sakallı” lakabını takmışlardı. Bir başkasının saçı çok seyrek olduğundan, ona da “Kel Ali” diyorlardı.
 
Şimdi, bu insanlar ulusal gazetelerde köşe yazarlığı yapıyorlar. Sanki o günkü akıl ve muhakeme seviyeleri hiç değişmemiş gibi, aynı davranış kalıpları ve beylik laflarla köşe yazıları yazıyorlar.
 
Sayın Bekir Beyciğim. Siz pek sevmediğiniz için, halkın içine karışmıyor, dolayısıyla orada neler olduğunu bilmiyor olabilirsiniz. Biliyor musunuz, sokaktaki adamların pek çoğu sayın başbakandan söz ederken ona “Tayyibim” diyor. Balyoz ve benzeri planları hazırlayanlar ve avukatları için ise, “O balyoz kafanıza düşsün inşallah!” diye beddualar ediyorlar. Bunun anlamı şudur ki, insanların çoğu başbakanı “içlerinden biri” olarak görüyor.

Aslına bakarsanız, halkın odaklanma noktası Tayyip Erdoğan değildir. Hiç şüpheniz olmasın ki, bu toprakların sakinleri yeteri kadar sağduyu sahibidir, hakperesttir ve yedi yıldır gördükleri icraatı Deniz Baykal ya da Devlet Bahçeli yapmış olsaydı, onları da aynı coşkuyla alkışlarlardı. Hem sonra, hiç kimse onları lafla bir kereden fazla kandıramaz. İcranın başındaki beğenmediğiniz adam, halkın daha fazla demokrasi, daha fazla refah, daha fazla insan hakları ve daha fazla özgürlük taleplerine somut yanıtlar veren bir sembolden ibarettir. Bu bağlamda, söz konusu taleplere inananlar onun şahsına sımsıkı sarılma isteği duyuyor, hepsi bu…

 
Türkiye Cumhuriyeti bir padişahlık rejimi değildir, hanedanlık değildir, totalitarizm değildir, teokrasi değildir, hele Bekir Ağa Cumhuriyeti hiç değildir, asla da olmayacaktır. Öyleyse, marangozun oğlunun cumhurbaşkanı, kayıkçının oğlunun başbakan olmasından neden rahatsız oluyorsunuz? Gurur duysanıza!... Bu durum, güzel ülkemizde herkesin eşit olduğunun açık bir resmi değil midir?
 
Eğer böyle düşünmekten kaçıyorsanız, yeniden anımsamanızı isteyeceğim daha kötü gelişme, cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngören yasanın çıkmasıyla birlikte kocaman bir kapının daha yüzünüze daha kapanmış olduğudur. Eminim, bu ülkede bir daha Ahmet Necdet Sezer gibi birinin Çankaya’da da oturamayacağını anlamışsınızdır.
 
Kayıkçının oğlu Tayyip Erdoğan’ın başbakan, marangozun oğlu Abdullah Gül’ün de cumhurbaşkanı olması fikrine direnmekten vazgeçin ve unutmayın ki, artık ilgili iki büyük makamın sizin hiç haz etmediğiniz kişilerce doldurulacağı gerçeği Anadolu için bir kaderdir ve yaşanacaktır.

Eğer başa çıkılamayacak belli bir sorunla karşılaşmak veya boğuşmak kaçınılmazsa, en akıllıca iş sizde yol açacağı hasarları minimum düzeye indirgemek için kendinizi salıvermektir.

 
Bence kendinizi de milleti de hiç yormayın, salıverin gitsin, tadını çıkarmaya bakın… Sizi çok iyi anlıyorum; ama ben olsam öyle yapardım…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi