
BAZEN ÖLÜM HAYATTAN TEHLİKELİDİR
Bütün emekçiler, yoksullar, yoksunlar, ezilenler gibi, Adnan Menderes’le de yakından ilgiliyim. Bir gün rüyamda idam gömleği ile yanıma gelip güzel ellerinden öpmeme izin verdiği günden bu yana, aramızda ruhsal bir bağ olduğunu sanıyorum. Onun en sevdiğim sözü şudur: “Benim dirimden değil, ölümümden korkun. Ruhum sizi sürekli takip edecek ve bir gün yakalayıp yok edecektir.” İlginçtir ki, Adnan Menderes’e zulmedenlerin 28 yıl boyunca karanlık ve soğuk zindanlarda kendisine yer hazırladıkları, sürgünlere gönderdikleri, izledikleri, bir serseri gibi muamele ettikleri “felaket ve helaketler asrının adamı” Bediüzzaman da aynı zalimlere benzer sözler söylemiştir: “Ölümüm, başınıza bir bomba gibi patlayacak, İslamiyet’e hayatımdan daha fazla hizmet edecektir!” Aradan hayli zaman geçti. Sevgili Adnan Menderes ve Çilekeş Bilge’ye ilgi duyan başka bir iyi adam ülkeye Başbakan, ardından da Cumhurbaşkanı oldu. Tıpkı selefi gibi, o da halkını seviyor ve onun iradesine saygı duyuyordu. Çoktandır ülkenin bünyesine musallat olmuş o habis ruhun yumurtaları, onu susturmak için de ellerinden geleni yaptılar. Pek çok suikast plan ve girişimlerini, sonunda gerçekleşen bir suikast izledi. Kargaşadan kıl payı kurtulan iyi adam yeniden kürsüye çıkmış ve “Allah’ın verdiği canı, ondan başka alacak yoktur!” diye haykırmıştı. İşte iyi adam nihayet ölmüştü; ama insanlar onun öldüğüne değil, öldürüldüğüne inandı... Eskişehir’de bulunduğum bir dönemdi. Çarşıda dolaşırken karşılaştığım bir arkadaşım Turgut Özal’ın öldüğünü söylediğinde, ilk başta duyduğum şeye inanmakta zorluk çektim. Oradan ayrıldıktan sonra onun ölümünün sadece onun değil, benim de başıma gelen bir felaket olduğunu düşündükçe, kendimi terk edilmiş, dünyada yapayalnız kalmış gibi hissettim ve küçük bir çocuk gibi oturup ağladım… Babam ölmüş olsaydı, sanırım ancak o kadar üzülebilirdim. Bugün beni bunları yazmaya iten şey, okuduğum bir haberdi. Oğlunun Merhum Turgut Özal’a yapılan suikast girişimi ile ilgili olarak yapmış olduğu açıklamaları okuyunca, nemli gözlerle geçmişe doğru bir yolculuğa çıktım. Ahmet Özal, babasına yönelik suikast girişiminin arkasında iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü’nün olduğunu düşündüğünü söylüyor ve apoletli bir isimden söz ediyordu. Uzun zamandır kamuoyunda yaygınca sorulan ve işitmekten gerçekten üzüntü duyduğum bir soru var: Acaba Ergenekon denilen örgüt ordu içinde yuvalanmış ayrı ve yasadışı bir yapı mıdır, yoksa ordumuz eskiden bu yana yerleşik düzeni denetim altında tutmayı birinci vazifesi zannederek bu uğurda meşru olmayan yöntem ve araçlar kullanmayı huy edinmiş ve böylece onu kendisi mi kurmuştur? Yani malum örgüt eskiden beri ordunun doğal bir parçası olarak mı faaliyet yürütmektedir? Bu tür işler daha ne kadar sürdürülebilir bilemem; ancak son gelişmelere baktığımız vakit, artık bir çok insan şöyle düşünüyor: Arkalarında yıllar boyunca gözyaşları dökecek zavallı bir halkın dualarını bırakarak göçüp giden Adnan Menderes ve Bediüzzaman’ın katil ve işkencecileri, bu iki adamın ölümünün hayatlarından daha tehlikeli olabileceğini, çünkü hazin ölümlerinin tıpkı gübre gibi siyasete ve topluma serpmiş oldukları seçkin tohumlardan yeşeren filizlerin dibine düşüp onları daha hızlı büyüterek tanrısal bir koruma altında ulu çınarlara dönüştüreceğini büyük olasılıkla düşünememişlerdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.