BAŞÖRTÜLÜLER VE KOKANALAR

 

Başörtüsü sorunu, baştan beri her iki tarafça da abartılmıştır. İslami duyarlılığı yüksek olan çevreler onu dinin özellikle kadınlara bakan yanının başlıca sembolü olarak görmüş ve bu konuda gereğinden fazla tepkisel davranmıştır. Kadının dindarlığı tesettürü ile özdeş sanılmış, o gürültü içinde hiç kimse kadının dinle ilişkisini namaz, oruç, zekat ve haç gibi herkes için çok daha önemli olan farzlar açısından değerlendirme fırsatı bulamamış ya da yerleşik geleneksel bakış açısından böyle bir gereksinim duymamıştır. Bizim için İslami emirlerin önem sıralaması içinde kadın için başörtüsünün kaçıncı sırada olduğu üzerinde hiç kafa yorulmamış olması, kadınların başörtülü olup olmamasından daha büyük bir sorundur.

 
Yıllar önce bir televizyon programında adamın birinin söylediği “İslamiyet tesettürden ibaret değildir.” sözünü yadırgadığımı anımsıyorum; ama bugün aynı soruyu ben soruyorum: İslamiyet kadın için başörtüsünden mi ibarettir ya da kadın için farklı bir din mi vahyedilmiştir? Dini emirlerin önem sıralamasında kadınlar için başörtüsü ilk sırada mı gelmektedir? Namazdan daha mı önemlidir mesela? Bir kadının başörtüsü takıp takmamasını dindarlığının temel ölçütü olarak alanlar, onun namaz kılıp kılmadığını, oruç tutup tutmadığını, zenginse zekatını verip vermediğini, yoksulu gözetip gözetmediğini, Allah tarafından bir kardeşinin etini çiğnemek ve yemek kadar şiddetli bir metaforla dile getirilen gıybete dalıp dalmadığını da aynı derecede önemsiyorlar mı acaba?
 
Başörtüsü dinin emridir. Bugünün koşullarında kolay iş değildir. Takdir edilmesi gereken bir fedakarlık ve yürekliliktir; ancak dinin tek ya da en önemli emri değildir. Kendimizi kandırmayalım, dini tepe taklak etmeyelim lüften…
 
Öte yandan altmış yaşını geçmiş, iyice buruşmuş, saçları bile dökülmeye yüz tutmuş bazı boyalı cadıların ortalığa atlayıp “Ayol bizi çarşafa sokacak bunlar!” diye bağırmaları bir o kadar vahimdir. O yaştan sonra çarşafa girsen ne olur, saçlarını rüzgara versen ne olur?! Sana bakan mı var zaten?! Bir ayağın çukura girmiş, yolculuk vakti gelmiş, ne olur otur biraz da “Allah!” de!

Açık söyleyeyim: Bu insanların fikri yoktur, önyargıları vardır, korkuları vardır, kabusları vardır. Ağızları ile başka organları yer değiştirmiş gibi konuşurlar. Daha doğrusu konuşmaz, sesler çıkarırlar. Fikir sandıkları şey, evlerinin balkonunda rakı veya bira içmek ve malum içgüdüsel isteklerini özgürce doyurmaktır. Evet, hepsi budur. Bunları yapar ya da yapana “Niye öyle yapıyorsun?” diye sormazsanız, sizden aydını yoktur.

Anlayacağınız, en az yirmi yıldır bir kaşık suda fırtınalar koparılmaktadır. Kuşkusuz bunun sorumlusu tek değildir; fakat büyük sorumlu bu çevrenin ta kendisidir. Bunlar “Büyük Türkiye” istemezler. Küçük, ama istedikleri gibi at oynattıkları, tepindikleri, kudurdukları bir Türkiye isterler. Büyük bir ülke istemiş olsalardı, böyle önemsiz bir işle yirmi yıl boyunca ortalığı velveleye vererek ülkenin enerjisini tüketmezlerdi.

 
Eğer yirmi yıldır bu konuyu tartıştığımız kadar ateşli ve ayrıntılı olarak ekonominin sorunlarını tartışmış olsaydık, hiç şüphesiz bugün kişi başına düşen milli gelirimiz yirmi beş bin doları rahatlıkla geçmiş olurdu.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi