Aşk ticaretini biz mi icat ettik?

      

Anadolu’nun bir köyünde mütevazi bir evin bahçesinde üç yaşlı kadınla sohbet ediyoruz. Kadınlardan ikisi, köyden bazı kadınların yaptıklarından söz ediyorlar. Daha doğrusu dedikodu yapıyorlar. Bense dinlemedeyim. Baştan beri benim gibi dinlemede kalan üçüncü kadın bir müddet sonra duyduklarına daha fazla dayanamıyor ve ellerini dizlerine vurarak:

“Bu kadın milletinin dinine bile güven olmaz!” diye dövünmeye başlıyor.

Bu tepkiyi, bir köylü saflığı içinde gösteriyor elbette. O kadar da değil; ama kişisel olarak ben herhangi bir dini emri, bir başka kulu, örneğin eşini memnun etmek için ya da ondan korktuğu için yerine getiren bir erkek görmedim. Dünyada bir bayan için dinini değiştiren erkeklerin sayısı iki elin parmaklarını geçmez; ama bunu yapan kadınların sayısı milyonları bulmuştur. Zengin olduğu halde yoksul bir kadınla evlenen bir dünya erkek vardır; ama bunu yapabilen kadınların sayısı da iki elin parmaklarını geçmez. Müslüman bir erkeğin Hıristiyan ya da Yahudi bir kadınla evlenmesine izin veren Allah’ın, Müslüman bir kadının Hıristiyan ya da Yahudi bir erkekle aşk yaşamasını ve evlenmesini neden yasaklamış olduğu üzerinde sadece on dakikacık düşündünüz mü? Dürüst olalım ve itiraf edelim ki, erkek severse gözünü daldan budaktan esirgemeden yiğitçe sever ve uğrunda kavgalara tutuşur, onun için her şeyi, ama her şeyi yapmayı göze aldığı halde istemezmiş pozlarına giren kurnaz tüccar kafasıyla değil! Rica ederim! Meşru olduktan sonra, hesapsız, pazarlıksız, dürüst, erdemli ve düzeyli bir aşk uğrunda savaş vermekten daha efsanevi bir şey olabilir mi!?

Pekala! Kocası için örtünüp namaza başlayan kadınlar (ki sayıları pek çoktur), gerçekten bir dini rüknü yerine getirmiş oluyorlar mı ya da kocalarından boşandıkları zaman ne yapıyorlar acaba? Bir de tersinden düşünelim: Bu durumdaki bir kadının azılı bir komüniste aşık olmuş ve onunla evlenmiş olduğunu varsaymış olsak, bir süre sonra dindar insanlara kaşlarını çatarak sövüp gezen biri olmaması için bir neden var mıydı? Denebilir ki, kadınlar zayıftır ve korkmaları normaldir. Bunu anlayabilirim. Peki ya, insan “Günah işlediğimi kabul ediyorum; ancak bunu yapmak içimden gelmiyor. Allah rızası için yapmayarak günahkar mı olayım, yoksa kul rızası veya korkusu için yaparak münafık mı olayım?” diye sormayı da mı akıl edemez?

Ben, her zaman birinci şıktan yanayım. Yani özgür iradeden…

İşin bu boyutunu, şimdilik terk ediyorum. Kadınlarla ilgili bilgi sahibi olmak çok zordur; fakat erkek mutluluğunun ön tedbirleri bağlamında bir o kadar da yaşamsal değer taşır. Kadınlar birbirlerine ağza alınmayacak sözler söylerler. Her gün söylerler, her yerde söylerler, hiçbir ahlaki sınır tanımadan söylerler. Bazen hızlarını alamayıp, resmen sokak küfürleri ederler; ama bir erkeğin en masum eleştirileri karşısında çılgına dönerler. Unuttukları bir şey vardır: Var olan bir şey, siz görmediğiniz ya da hoşlanmadığınız için yok olmaz. Zaten az sonra hemcinslerinize yine aynı şeyleri söyleyeceksiniz besbelli. Pek dürüstçe olmasa da, sanırım bu bir kadın dayanışması…

Yazılarımı dikkatle okuyanlar, karşı cinsle ilişkiler konusuna niçin bu kadar duyarlı olduğumu ve görüşlerimin kendi içindeki tutarlılığını anlarlar. Bir iki yazımı okumakla yetinenler ise, beni anlamaz veya yanlış anlarlar. Şimdiye kadar olan budur. Bu alanla ilgili araştırmalara yıllarını vermiş biri olarak, görüşlerime tepki gösteren hemcinslerime söyleyecek irice bir lafım vardır: Hiç kusura bakmayın ve alınmayın. Kadınlara yalakalık yapmakla piyasa (!) yapamazsınız. Sadece onların maskarası olursunuz. Piyasa yapmaya çok hevesliyseniz, onun anahtarları da yazılarıma kodlanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi