Adnan Oktar ve Tanrının sınav yönetmeliği

İnsanların bir özelliği de her şeye alışmaktır. Öyle sanıyorum ki, bugün televizyonlarda ve sosyal medyada Adnan Oktar ile bayan talebelerini kahkahalar atarak izleyen, sözlerinin geçtiği yerde yüzlerine ironik bir gülümseme yayılan kimseler, beş on yıl sonra aynı ya da benzeri programları son derece olağan ve normal şeyler olarak seyredeceklerdir. “Benzeri” diyorum. Çünkü reyting yapan her şeyin benzerleri yapılır. Önümüzdeki günlerde yeni Adnan Oktarlar ortaya çıkarsa, şimdiden söyleyeyim de kimse şaşırmasın.
Şimdi gelelim Sn. Oktar’ın misyonuna… Birileri “Yok artık! Ondan misyon mu çıkar?” diyerek yine gülmüş olabilir. Onlara baştan şunu söyleyeyim: Ortada gülünecek bir şey yok, yalnızca üzerinde düşünülmesi gereken bir fenomen var.

Dilerseniz, önümüzde duran olguya biraz önyargısız ve kendi halimizle kıyaslamalar yaparak bakmaya çalışalım.

Yaşım itibariyle yetişip izleyebildiğim kadarıyla, Sn. Oktar eskiden bu yana Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluşunu izleyen süreçte ortaya çıkmış olan mutlu ve müreffeh elit kesimlerle özel olarak ilgilenen bir adamdır. Görünüşe göre, işin başında belirlemiş olduğu dine hizmet stili ya da politikası, ülkeyi temelde bu seçkin kesimin yönetip yönlendirdiği, dolayısıyla onların İslam’ın güzellikleri ile tanışıp onunla hemhal olmaya başlamasının ülkeye en kısa yoldan bir nevbahar getireceği düşünce ve hesabından yola çıkmaktadır. Bu durum, aynı zamanda İslam’a hizmet niyetiyle yola çıkılmadan önce uzun süreli ve adamakıllı bir beyin fırtınası yapılmış olduğunun kanıtı gibi gözükmektedir.

Bediüzzaman’ın bir sözü vardır: “Bir kimsenin İslam’a olan düşmanlığını yüzde 100’den yüzde 99’a düşürmek de büyük bir hizmettir.” der. Tersinden düşünelim: “Bir kimsenin İslam’a karşı “0” olan ilgisini yüzde 1’e çıkarmak da büyük bir hizmettir.”

Öncelikle yukarıdaki hizmet politikasına paralel olarak, bu programların avam tabakası için değil, elit kesimler için yapıldığını herkes görmelidir. Verilmek istenen ilerici, parıltılı, dünyadaki tüm gelişmelere açık, çekici ve yepyeni bir İslam ve Müslüman imajıyla, rejimce seçilmiş olan o tabakada İslam’a düşman olanların düşmanlığını azaltmak, sempatizanların ilgisini sevgi ve aşka dönüştürmek amacındadır.

Şimdi gelelim o görüntülere… Müslümanlar o görüntülerle ilgili olarak nerelerde hata yapıyor?

Müslümanların sorunlarından biri, kadınlar için ayrı bir İslam dini olduğu yanılsamasından henüz kurtulamamış olmalarıdır. İslam, her iki cins için de aynı kurallar manzumesini önerir. Farklı olan birkaç şey vardır ve bunların en önemlisi tesettürdür. Altını kırmızı kalemle çizerek söylüyorum: İslam’da erkekler için en önemli emirler nelerse, kadınlar için de aynen onlardır. Müslüman kadınlar için özel olarak “başörtüsü”nü alıp “en önemli emir”miş gibi mücahit edalarıyla göndere çekerek sallandırıp duran İslam değil, onu yeterince anlamamış olan Müslüman erkeklerdir. Tesettür İslam’ın şüphe götürmez bir emridir ve büyük bir fedakarlık gerektirdiği için yerine getirilmesi takdire şayandır; ancak kadının en büyük görevi veya fazileti değildir. Müslüman kadının yerine getirmesi gereken daha önemli emirler, taşıması gereken daha yaşamsal erdemler vardır: Namaz, oruç, haç, yeteri kadar zenginse zekât, dine ve insanlığa hizmet, dedikodudan uzaklık gibi emirlerin uygulanması çok daha önemlidir. İslam’ın emirlerinde de bir önem sıralaması vardır. Kim tesettürün kadın için en büyük emir olduğunu düşünüyorsa, geleneksel kültür içinde debelenirken özgün İslam’ın mantığını kavramaya pek vakit bulamamış demektir. Hiç kimse namaz kılmayan tesettürlü bir kadının namaz kılan açık bir kadından daha takvalı ve faziletli olduğunu söyleyemez.

Sn. Oktar’ın karşısındaki kadınlar açık saçık olabilir, ful makyajlı olabilir, silikonlu da olabilir; ama unutmayın ki, en az birer üniversite mezunu olarak, ayrıca özel ve yoğun okumalarla kendilerini yetiştirmiş entelektüel birer kişilik olarak, üstelik herkesin hayranlıkla seyrettiği manken ölçülerinde birer bayan olarak, sabaha karşı ünlü eğlence mekânlarından ve gece kulüplerinden çıkarken don dombalak, baldır bacak objektiflere yakalanan, sarhoş, gözlerinin feri kaçmış tipler gibi yaşamayı da seçebilecekleri halde, namazlarını düzenli olarak kılan ve her gün kendi çaplarında İslam’a hizmet içerikli programlar yapmakla meşgul olan kadınlardan söz ediyoruz. Peki çoluk çocuk derdi olmadığı halde evde boş boş oturan, arada bir kabul günlerine katılıp onu bunu çekiştiren, namazlarını bile ihmal eden bir kısım Müslüman kadınların onlardan daha üstün olduğuna neden inanalım?

Ayrıca, mevcut görüntülere bakarak Sn. Oktar’ın harem kurduğunu zannedenler olabilir. İslam hukuku uyarınca, toplum içinde o güne dek yalanına şahit olunmamış iki güvenilir Müslüman tarafından bizzat çıplak gözle görülüp suç duyurusunda bulunulmadığı sürece, hiç kimse zina suçuyla yargılanamaz. Bireysel olarak ise, başkalarının gözleri ve sözleriyle kınama yapılamaz. Bu nedenle, hiç kimse Sn. Oktar’ın kötü fiiller içinde olduğunu düşünmesin. Bırakın bir Müslüman hakkında gıybet etmeyi ya da iftira atmayı, herhangi bir kimse hakkında olumsuz zanda bulunmak bile Güllerin Efendisi’nin ahlakına aykırıdır. Birileri Sn. Oktar hakkında bir şeyler söyleyebilir, o da onlara cevap verebilir. Onlar arasında bazı iletişim kazalarından kaynaklanan atışmalar da olabilir. Tarih boyunca olmuş bu tür hadiseler bizi ilgilendirmez ve etkilemez. Biz, Dünyanın ve Mahşerin Efendisi’nin nezih ve seçkin davranışlarını esas alıp onlara göre davranma niyeti içinde olmalıyız.

Adnan Oktar’ın programlar sırasında müzik eşliğinde oynuyor olmasını yadırgamayın. Evinde, iş yerinde, arkadaş ortamlarında bunu yapmayan kişi çok azdır. Bir hareket kapalı bir yerde yapılınca caiz, televizyonda yapılınca günah mı oluyor?

Şimdi, önce kendimize bakalım ve bir cam kadar şeffaflaşalım. İçimizden birileri (Müslüman erkekler sözümden vareste değildir) yolda, uçakta, iş ortamında, kısacası havada ve karada karşısında çıkan cazip bayanlara gizliden gizliye yiyecekmiş gibi bakıp bakıp iç geçiriyor mu geçirmiyor mu? Sık sık onlarla ilgili fantezilere dalıp gidiyor mu gitmiyor mu? Punduna getirdiği zaman sarkıyor mu sarmıyor mu? En azından bir sabah, ama mümkünse her sabah onunla uyanabilme uğrunda bazı girişim veya çabalarda bulunuyor mu bulunmuyor mu?

Ara sıra Sn Oktar’ın güzel bayanlara sırnaşıyor, hatta sarkıyor görüntüsü vermesinin yanlış anlaşıldığı ve toplumda belli bir ölçüde haklı tepkilere yol açtığı kesin olmakla birlikte, o konuda kendisini kınayanların önce aynı ortamın sınavına girip başarıyla geçmiş olmaları şartını öne sürüyorum. Kendisine hayranlık dolu gözlerle bakan o kadar çok sayıda güzel bayanın arasında sürekli bulunup da niyetini bozmayacak kaç delikanlı Müslüman erkek var aramızda?

Tanrı’nın sınav yönetmeliğinde, hiç girilmemiş bir sınavdan geçmek var mıdır?

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi