Alev Ayyıldız
Alev Ayyıldız

Talep ve Edep

Yaşayan ve değişen en ilginç organizmaların başında dil gelir. Her ne kadar görünüşte bir ‘’canlı’’ niteliğine uymuyor olsa, da uğradığı gelişim pekte aşağı bırakmıyor onu. Üstelik bir de milletlerin kaderini en iyi dili yansıtıyor. 

 
Örneğin sömürge imparatorluklarının kurulduğu yerleri düşünün. Kendi dilleri yerine Hintli’nin İngilizce, Cezayirli’nin Fransızca, Kazağın, Azeri’nin, Türkmen’in Rusça konuşması ne derece doğaldı. Üstelik yazık ki, bu ülkeler, her ne kadar özgürlüklerine kavuşsalar da, hala üst unsur olarak sömüren ülkenin dilini kullanıyorlar. Kısacası bugün bile geçmişin sömürüsü, dil üzerinden devam ediyor.

Sömürüyü uygulayan ülkeler zaten başka türlü başarılı olamazlardı. Düşünsenize, kendi topraklarınızdan yüz binlerce metre kare uzaktaki bir yeri ele geçirmek için ya çok merhametli olmanız gerekiyor ya da çok acımasız.

 
Merhamet sözcüğü başka toprakları ele geçirmekle oldukça alakasız gelebilir ama özünde çok bağlantılı. Çünkü hele ki bir ideal uğruna hareket ediyorsanız, öncelikle merhametli olup gönülleri fethedersiniz. Vereceğim örnek, ceddini göklere çıkarmak olarak algılanmasın ama Osmanlı’nın politikası aynen böyleydi. Bu nedenle hâkimiyeti altında yüzlerce yıl kalan uygarlıklar hala milli benliklerini koruyabiliyor.

Aktardıklarım fetihle sömürü arasında ki farkın anlaşılması içinde oldukça önemli. Osmanlı’nın fetih politikası, Batı’da zulüm baskı ve  korkutma yoluyla zuhur buluyor. Sömürülüp yok edilen ulus üzerinde, zamanla kültürel dejenerasyon başlatılıyor.

 
Sömürü düzeninin zihniyetiyle baktığınızda,  bir uygarlığı yok etmek, bir milleti sömürmenin en iyi yöntemidir. Lakin kölelere ihtiyaç duyduklarında toplumları tamamen yok etmezler, milli benliklerine ve vatan kavramına karşı hassasiyetlerini bitirirler. Bunun içinde kendi benliğine, inancına, yapısına yabancı bir lisanla konuşulmasını sağlarlar.

Ulusların ayakta kalması ve bağımsızlığını sürdürmelerinin yolu dillerini korumalarından geçer. Ülkemizde de dilde yaşanan bozulmaları en iyi tahlil eden isim Oktay Sinanoğlu olmuştur. Onun   Bye Bye Türkçe isimli kitabını okuyanlar ne demek  istediğimi anlayacaklar.  Sinanoğlu eğitim dilinin Türkçe olmasının gerekliliğini de oldukça güzel anlatıyordu kitaplarında.

Son 4+4+4 uygulamasında da gölgede kalsa da eğitim dilinde Türkçe’nin önemi hatırlandı ve Türkçe derslerine müfredatta daha çok yer ayrıldı.

 
Bu uygulamanın yanı sıra Türkçe karşılıkları absürt olmayan kelimeler dilde yaşatılmaya çalışıldı. Sistemli çabalarla dilde ki özüne dönüş daha çok uygulanacaktır muhakkak.

Hele ki bazı kelimeler var ki, bugün yerlerine başka ifadeler gelse de mana da hitap ettiğini karşılamıyor. Örneğin benimde ifadelerimde sıklıkla yer vermeye çalıştığım, geçmiş yıllarda daha fazla kullanılan bir kelime var.

 
Şimdilerde yeni nesle uzak gelse de, talebe kelimesine ayrı bir anlam yüklerim ve öğrenci sözcüğünün yerine kullanmayı tercih ederim. Kök olarak, talep edenden gelir ya. İsterim ki, ‘‘talebe’’ de bilgiyi, ahlakı ve hakiki insan olmayı talep etsin.

Eskilerin üniversitesi medrese kültüründe de sık geçer talebe sözcüğü. O dönemler inanılır ki, insana zorla bir şey kazandırılmaz. Kul fıtratı gereği merak ve öğrenme üzerine yaratılmıştır. Talebe de öğrenmeyi isteyen manasına gelmektedir.

Alimlerin evi medreselerde de bakış açısı aynen böyledir. Birde insanlara bilgi verirken en başta amaç bir şeyler öğretmekten çok eğitmektir. Öğrendiklerinin etkisiyle ancak eğitilmiş insanlar topluma faydalı olabilir nede olsa.

Öyle bilinçle yetiştirilir ki kişi, eğitim almayı karakterinin, olgunlaşmasının bir parçası olarak görür. Yıllar sonra ise hali olgun başakların tavrı gibidir. Mütevazı bir bilgelikle, başını eğer ama duruşu dimdiktir.

 
Eğitimle öğretimin birleştiği kişilerin durumu aynen böyledir. Amaçları insan olmak, yararlı olmaktır. Çalışmaya da bu bakış açısıyla yaklaşırlar. Yaptıkları işin Hak katında ki karşılığını da önemserler. Çünkü, sosyal bilimlerden fen bilimlerine, din ve inanç çalışmalarından tıp bilimlerine kadar uğraştıkları her ilmin birer vesile kaynağı olduğunu görürler. Aldıkları eğitimde  asıl amacın yaratılana faydalı olmak olduğunu bilirler.   

 Birkaç saate sığdırılan bir sınavla bir yerlere gelmedikleri için hazmetmişlerdir hem okumayı hem çalışmayı. Yıllar süren sürecin sonunda, hem adam olmuşlardır, hem insan, hemde faydalı bir yurttaş.

 
Böyle kişileri makam mevkide değiştirmez. Hani eskilerin meşhur hikâyesi vardır ya. Evladın babasını sözlerine kızıp yıllar sonra onu huzuruna jandarmalar eşliğinde getirttiği. Akabinde babanın oğluna söylediği ‘‘Ben sana bir şey olamazsın demedim, adam olamazsın dedim. Sende bu tavrınla adam olamadığını gösterdin’’ sözü ne kadar manidardır.

İşte o hesap bizde teknoloji çağında, bir şey olan ama adam olamayan insanların hikâyelerine ne çok rastlıyoruz.  Şanslarının ve zekâlarının yardımıyla, konum denilen statüde, üst makama erişen ama yerini hazmedemeyen birçok kişi var.

Bu tür insanların gelecek versiyonları ise öğrenciliğini kendince düzene karşı durmakla, isyankâr modda hareket etmekle sürdüren kitle.

 
Bu tür insanların çoğalması da, ekonomik olarak ne denli iyi olunursa olunsun, bir noktadan sonra toplumların felaketi olacaktır. Hatırlatmakta fayda var ki, Osmanlı’yı yıkıma götüren süreçte, ilk beşik ulemasının getirilmesiyle başlanmıştı.

Hani bilinçli nesil, bilinçli nesil diyoruz ya, gerçekleşmesi iki şeyle mümkün ancak. Talep ve edep. Gerisi yalnızca ayrıntı

Selam ve dua ile

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Alev Ayyıldız Arşivi