Allah’ın varlığı, gerekçelerini evren , yeryüzü ve insan bedeni denilen sanat yapıtlarında var olan şaşırtıcı düzen ve mükemmellikten alan yalın aklın değişmez önerisidir. Buna karşıtlık halinde, Allah’ın varlığına ve İslam’a karşı duran kimselerin de akla uymayan kimi noktaların varlığına dayandıklarını öne sürmeleri anlaşılabilir birşeydir. Çünkü dünyada en mantıklı olanından en ahmakça olanına dek her türlü düşünceyi usavurum yoluyla savunan kimselerin bulunduğunu görmek mümkündür. Bugün dünyayı güneşin aydınlatıp aydınlatmadığı üzerine bir münazara düzenlenmiş olsa, güneşi inkar edenlere de akılları yeteri kadar lojistik malzeme desteği sağlayacak, hatta birilerini ikna bile edebileceklerdir. Ben Allah’a aklımla inanıyorum, birileri ise bunu aklının almadığını söylüyor. Akıl, elindeki verilerin miktarına ve cinsine bağlı olarak herkese başka bir şeyi doğru gösterir...
Bir de “kalp” denilen bir kriter vardır. Belki ona bir yönüyle “vicdan” da denilebilir. “Kendini bilen, Rabb’ini bilir.” sözünün bir anlamı, “Allah’ın varlığını bilmek ve hissetmek istiyorsan, uzağa gitmeye gerek yok. Dönüp kendine bakman yeterlidir.” demektir. Kendi içinde birçok mikro sistemi eşgüdüm halinde işleten “kusursuz bir sistemler bütünü” olmasına rağmen şaşırtıcı derecede sessiz çalışan insan metabolizmasının zaman içinde “tanrısal bir akıl” yükleme zorunluluğu duyularak adeta Allah’ın tahtına yerleştirilmiş olan “evrim”in mükemmel olana ulaşmak için milyonlarca yıl boyunca milyarlarca rastlantıyı bir tek fire vermeksizin art arda dizmesinin bir ürünü olduğu tezini bir an için kabul etmiş olsak bile, insanın “duygusal donanımları”na tümüyle özdeksel süreçlerle bir açıklama getirmemiz asla olası değildir. İnsan bir şekilde oluştuğu düşünülerek rafa kaldırılacak bir varlık mıdır? Düşünün ki, aşık oluyor, seviyor, nefret ediyor, tanıdığı ve tanımadığı insanlar ve idealler uğrunda kavga veriyor, fedakarlık ediyor, güzellikler karşısında heyecan duyuyor, haksızlıklar karşısında öfke duyuyor, kötülük ettiğinde vicdanı kanıyor, olaylar arasında komik bağlantılar kurup espiri yapıyor, yapılan espirileri anlayıp neşeyle kahkahalar atıyor, sevdiği biri acı çektiğinde ya da öldüğünde üzülüp gözyaşları döküyor, uzaklarda bulunan sevgilisine özlem duyuyor, bir kuş yavrusu karşısında şefkat çığlıkları atıyor, kendi çocuğuna bakarken yüreği merhametle titriyor, dünyanın ve yaşamın gizemlerini merak ediyor, olaylar ve olgular arasında nedensellik ilişkileri kurarak veya araştırıp gözlemleyerek topladığı veriler arasında kendince kurduğu bağlantılarla ulaştığı doğrulardan sistematik düşünsel yapılar üreten bir akıl taşıyor, geçmişi düşünüp hüzünlenen ve geleceği düşünüp korkan bir hafıza taşıyor, herkesin ilgiyle okuduğu bir roman ya da duygulanarak dinlediği bir müzik bestesi gibi eserler üretiyor ve daha nice duygular… Duygusal donanımın mükemmeliyetini ve onun insanı bazen büyüleyen bazen şaşırtan bütün bu bilinçli eylemlerini neyle açıklayacağız? Evrim gibi sonsuz derecede kudretli ve bilgili bir üst aklı görmezden gelerek sayısız nedensiz ilişki ve sonucu birbiri ardı sıra dizen birtakım rastlantısal süreçlerle mi? Her gün kullandığımız laptopun şarj aletinin kablosunda arada bir oluşan bir tek basit düğüme bile “Nasıl kendi kendine düğüm atıyor bu kablo?” diyerek şaşıran insan aklı, örneğin bir kelebeğin her iki kanadında bulunan tamamen simetrik yapıdaki desenlerin bilinçli bir sanatçının yapıtı olması gerektiğini nasıl olur da düşünemez?
Peki o büyük sanatçı insanı neden yaratmıştır? Neden böyle bir iş yapma gereksinimi duymuştur? Doğrusu kendisi açıklamamış olsaydı bile, yalın akıl bunun yanıtını da kolayca bulabilirdi. Varsayalım ki, bir kitap yazdınız; ama kitabı hiç kimse okumuyor ya da okuyamıyor. Yıllarca uğraş verdiğiniz mükemmel tablolarınız var ve kişisel serginizi açtınız; fakat hiç kimse ilgilenmiyor. Bu durumda verdiğiniz onca uğraşın, hevesle gösterdiğiniz onca çabanın bir anlamı olabilir mi? Elbette isterdiniz ki, insanlar eserlerinizi görüp sizi hayranlıkla takdir etsin. Aynı şekilde Allah bilgisinin ve sanat yeteneklerinin ne denli güçlü olduğunu,ne denli büyüleyici yapıtlar ortaya koyabildiğini göstermek istemiş, deyim yerindeyse “evren” ve “yeryüzü” kitaplarını ya da tablolarını görüp anlayacak ve kendisini hayranlıkla, sevgiyle takdir edebilecek bir akılla donattığı insanı var etmiştir.
Atomu yaratmış, onun makro versiyonları olan sistemleri, örneğin güneş sistemini ve galaksileri yaratmış. Kuşu yaratmakla yetinmemiş, onun binlerce türünü de yaratmış… Çiçeği yaratmakla yetinmemiş, onun binlerce türünü de yaratmış. Yarattığı her varlığın her boyutta olanını yaratmış.
Balina gibi dev bir balığı yarattığı gibi, hamsi gibi küçücük balıkları da yaratmış. Adeta, “Bakın ben neler yapabiliyorum!” dercesine bir güç gösterisi yapıyor her yerde! Dediğimiz gibi, bizden istediği tek şey, yaptıklarını görüp anlayarak sevgiyle takdir etmemiz ve bağışladığı yaşam başta olmak üzere sayısız nimetleri için teşekkür etmemizdir. Yapılan her iyiliğe minnetle teşekkür etmeyi bir insanlık alameti sayarken, ona hiç teşekkür etmemek kabalık olmuyor mu? Ne dersiniz?
Ona nasıl teşekkür etmemiz gerektiği noktasına gelince… Kendisi nasıl istiyorsa, o şekilde
teşekkür etmemiz gerektiğini düşünebiliriz. Sözel olarak teşekkür etmenin yanı sıra, icra etmemizi istediği ibadetlerden biri, belki de birincisi namazdır. Namazın en önemli bölümleri secdelerdir.
Bu nedenle, üzerinde biraz beyin sporu yapılması gerekir. Allah’ın kendisi için yaptığımız işlere gereksinimi olmadığı doğrusunu kalkış noktası yaparak başta namaz olmak üzere ibadetlerin gereksizliği yargısına ulaşan dostlarımıza bir hatırlatmada bulunmayı arzu ederim: Muazzam bir kozmoz içinde bir mikro organizma sayılan insan, bütün evrenle birlikte kendisinin de yaratıcısı ve hükümdarı, sınırları bilinmeyen dehşet verici bir kudret, yetenek, güzellik ve hazinelerin sahibi olan Allah karşısında küçüklük, zayıflık, yoksulluk, ihtiyaç, acizlik, saygı, hayret, heybeti karşısında ürperme, şiirsel bir sevgi, hayranlık ve pereştiş duygularını “secde”den daha doğru ve dokunaklı bir biçimde ifade edebilen başka bir eylem icat edemediği sürece, namaz gerekli olmaya devam edecektir. Aklımıza açıkça ve dürüstçe soralım lütfen, Allah’ın istediği bedensel ibadetler içinde daha iyisi var mı? O müthiş Yaratıcı ve Yönetici Güç karşısındaki konum ve insani doğamız açısından aklımız “secde”den mantıklı bir eylem seçeneği sunabiliyor mu bize?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.