ÖLÜLER ŞEHRİNDEN İZLENİMLER

Bir gün mezaristanda yalnız başıma dolaşıyordum. “Ölüler şehri”nde bulunmayı hep sevmişimdir. Orası, şu hayatın hemen ötesinde bekleyen ikinci ve gerçek yaşama kavuşmuş olmakla “sonsuza dek yaşayacakları ve elde ettikleri her şeyin yanlarına kar kalacağı” fena yanılsaması içinde kötülüğü sevinçle kucaklayıp duran dünyalıların tüm yakıcı tutkularından arınmış kimselerin şehridir. Bir dinginlik ve sonsuz özgürlük ülkesidir. Dünyada can yakan iki temel varoluşsal acının son bulduğu ve üçüncü temel arzunun ikram edildiği beldedir: Yaşlılığa karşı sonsuz bir gençlik, ölümlülüğe karşı yeni ve zamansız bir yaşam, dünyadaki fizik yasalarının bizi yere çakan sınırlamalarına karşı hayal hızında bir hareket ve istek gerçekleştirme özgürlüğü…

 
Onlara, daha kötümser de bakabiliriz: Ateşli arzular vücudumuza girip beynimizi etkisiz hale getirdiğinde bize çok doğal görünen hatalarımız, bedenimiz soğuduğunda yerlerini yüzümüzü kızartan bir utanca terk ediyor. Çoğumuzun geçmişi gurur duymadığı anılarla dolu olmasına rağmen, hemen hiçbirimiz aynı koşullarda aynı suçları işlemeyeceğimizin teminatını veremeyiz. Yaşadığımız pişmanlık, çoğu kez çaresizliğimizden başka bir şey değildir. Dalgalar durulmuş, asil ve necis tüm bedenler kıyıya vurmuş, Büyük Mahkeme ve Hüküm Kürsüsü’nün kurulmasını beklemektedir. Nihai celp emrini bekleyen mezaristan sakinlerinin içinde, “daha fazla iyilik” ya da “daha az kötülük” için pişmanlık duyguları ile kör bir acizlik birbirine karışmaktadır.
 
Ölüler şehrinin bir yerinde gördüğüm görkemli bir mezar dikkatimi çekti. En az sekiz kişinin yatabileceği kadar geniş bir alan üç kişiye tahsis edilmişti. Dolaşıp önüne geçtiğimde gördüm ki, mezarda üç sabık vali yatıyor. “Eşitlik” kavramına kutsama derecesindeki bağlılığımdan ve insanlara yüksek makam ve şöhretlerinden dolayı arz edilen saygı gösterilerine duyduğum tiksintiden olsa gerekti ki, dünyanın bentlerini aşarak ahiret halkının haklarını da gasp etmeye yönelen insan bencilliği karşısında dudaklarımdan istemdışı olarak “Burada yaptıklarınızı orada da mı yapıyorsunuz?” sözleri döküldükten sonra, derin bir teessürle inlediğimi hatırlıyorum.
 
Kişisel olarak (daha doğruya yönlendirme ya da uyarmadan başka bir amaç taşımayan eleştiri hakkımı saklı tutarak) örneğin ülkemin Cumhurbaşkanına, Başbakanına ya da Genelkurmay Başkanına içtenlikli bir saygı duyarım; ancak bu saygı onun şahsından çok temsil ettiği makama yöneliktir. İnsanların olası ve göreceli kötülüklerine karşıtlık içinde, makamlar her zaman saygıdeğerdir. Öte yandan, elimizden bütün makam ve rütbeleri alan ölüm, bu özelliği ile mezarlıkları eşitlemek gerektiğini telkin etmektedir.

O aşamada aklıma üşüşen “çürükçü” subaylar için de iki çift söz söylemek istiyorum. İnsanların ahirette tabi tutulacağı işkenceler, dünyada işledikleri kötülükler cinsinden olacaktır. Ben sahte çürük raporları ile milyonlarca metrekare arsa alan biri olsaydım, ahirette bir metrekare yerden bile yoksun bırakılmaktan ve vücuduma “çürütme” işkencesi uygulanmasından korkardım. Gerisini okuyucunun hayal gücüne havale ederek, yalnızca şunu söylemekle yetineceğim: Bir Türkiye aşığı olan bu fakir, isteğinin gerçekleşmesi üzerine askerliğini yedek subay ve tim komutanı olarak Güneydoğu Anadolu’muzun sınır boylarında yapmış ve iki ay Cudi Dağı’nda kalmış, asla acıması olmayan hain terörist sürüsüne karşı inançlı ve cesur bir yürekle mücadele vermiş biridir. O süre zarfında gördüğü hemen hemen bütün askerlerin Anadolu’nun köy ve kasabalarından gelen yoksul ve kimsesiz çocuklar olduğuna tanık olmuş, ne yazık ki orada bir tane üst düzey bürokratın, yüksek yargı üyesinin, milletvekilinin, zenginin ve özellikle bir subayın çocuğuna hiç rastlamamıştır. Kişisel izlenimlerime güvenmeyenler, şehit cenazelerinde ağlayan anne ve babaların kılık kıyafetine bakarak onların toplumsal statülerini anlayabilirler. Lütfen hiç kimse alınmasın, darılmasın; ama şahsen benim gözlerim, bugüne dek televizyonlarda ve gazetelerde terörle mücadelede şehit olmuş bir askerin cenazesinin başında baba sıfatıyla gözyaşları döken bir tek subaya ve diğerlerine tanık olmuş değildir (Yanılıyor olabilirim. Gören varsa haber versin, bu cümleyi buradan silelim). İnsanları susturmak için güçlü olmak yetmez, haklı ve adil olmak da gerekir. Adaletin olmadığı yerde sevgi, beraberlik ve kardeşlikten söz etmek kulağımıza çok etkileyici gelmez, hatta çoğu kez kulaklarımıza ulaşmadan havada can verirler.

 
Nihayet mezaristan günlerinin ardından kurulacak hassas Mizan, dünyalıların ve mahkemelerinin en küçük kusur ve eksikliklerini bile tamamlayacaktır.
 
Ahiret (Cennet ve Cehennem) bunun için vardır…    

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi