
MÜSLÜMANIM, İÇ TEHDİT OLMUŞUM?
Ben, bir Müslümanım. İslamiyet’i tanımaktan ve onun beyaz bulutları altında gölgelenmekten yalnızca sevinç ve onur duyarım. Çünkü o, bana tüm çeşitleri ile aşkın anlamını, saf sevgiyi, bedelsiz iyiliği, sarıp sarmalayan merhameti, bağışlamayı, esenliği, sabrı, adaleti, insan haklarına saygıyı, nazik ve uygar bir insan olmayı öğretmiştir.
“Zaten uygar dünyada bu insani erdemleri herkes biliyor ve kabul ediyor.” diyebilirsiniz. Doğrudur; ancak İslamiyet’in insanda nihai tahlilde gerçekleştirmeye çalıştığı şey de bundan başkası değildir. Nurs’lu Bilge’nin dediği gibi, onun temel misyonu insanı “olgun insan” yapmak, hatta insanı “sultan” yapmaktır.
Evet, ölümden sonra önüne çıkacağımız “Büyük Mahkeme”, “Cennet” ve “Cehennem” olmasaydı, kafamda iyi bir insan olma fikri bütün anlamını yitirecekti. Yaptığım iyiliklerden dolayı Yüce Sultan Allah’ın benimle gurur duymasını ve beni huzuruna alıp bütün güzelliklerini benimle paylaşmasını sonuç vermeyecek olan iyilik ve erdemler kimleri yüreklendirip mutlu edebilecekti? İçinde akla gelebilecek ve gelmeyecek her türlü işkence ve azabın tattırılacağı bir cehennem düşüncesi olmasaydı, dünyada yapılan onca işkenceler ve haksızlıklar kimleri korkutacaktı? “Eğer Allah yoksa, her şey mübahtır.” diyen sevgili Fyodor Dostoyevski’nin sözleri, tüm dehşeti ile herkesi yutmayacak mıydı? Bir insanın yaşamın ölümle birlikte son bulmadığına inanması onun hayatında korkunç bir fark üretir. Biraz daha somutlaştırmak gerekirse, bir alışverişte bana dalgınlıkla fazladan verilmiş bir miktar parayı fark eder etmez geri dönüp sahibine iade ediyorsam, bu Evrenin Sultanı Allah’ın sevgisini kaybetmekten duyduğum kaygı ile ilgilidir. Bir insanı öldürmenin tüm insanlığı yok etmekle eşdeğer olduğuna inanıyorsam, bu O’nun insana verdiği “en soylu varlık” unvanının önemine koşut davranma arzumla ilgilidir. Eleştiri sınırlarını aşarak bana hakaret edenlere bile yalnızca acımtırak bir tebessümle yanıt verebiliyorsam, O bana sabırlı olmanın erdemini öğrettiği içindir. Bir kuşun dağıtılmış yuvasının başına oturup onu yeniden yaparken yüreğimi kaplayıveren buğunun eriyerek göz pınarlarımdan akıp gitmeye başlaması, O’nun sonsuz sevecenlik denizinden beslendiğim içindir.
O halde yapılması gereken şey, “iç tehdit” unsurlarının adını net bir biçimde ortaya koymak olmalıdır. Burada da temel kriter, iç tehdit unsuru olarak tanımlanacak yapıların silahlı olup, yine silah zoruyla rejimi değiştirme hedefini açıkça deklare etmiş olup olmadığıdır. Eğer bu yoksa ortada (birilerine göre) yalnızca “düşünce suçu” var demektir ki, düşünce suçu denilen şey bugün sadece diktatörlük rejimlerinin egemen olduğu üçüncü sınıf ülkelerin sorunudur. Çağdaş dünyada, düşünce suçu diye bir insani kusurdan söz edilemez. Bu saçmalıktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.