İFTARDA KURŞUN, DEPREMDE ROKET YEMEK

Daha önce de yazdım. Bölücü terör örgütünün o üç harflik adının ağızlara çokça alınmasının terör örgütü lehine milyon dolarlar verse yapamayacağı kadar müthiş bir reklam ve tanıtım işlevi gördüğünü biliyor olmaktan aşırı derecede rahatsız oluyorum. Yazılarımda da adını anmıyorum. Bölücü terör örgütü, terör örgütü ya da sadece teröristler… Böylesi daha iyi…

Kişisel olarak, dünyada bu kadar yabani ve yamyam bir terör örgütünün olduğunu sanmıyorum. Nedeni çok açık… Savaşın bile insani ve ahlaki boyutları vardır. Bazı davranışları, çatışma veya kavga halindeyken bile yapamazsınız.

Ramazan ayı geliyor, bazı karakollarda tam iftar vaktinde, akşama kadar oruç tutmuş olan askerler, tam da aç, susuz ve bitkin halde oturup karınlarını doyuracakları anda saldırıya uğruyorlar. Akşama kadar Allah’ın sevgisini kazanmak için tuttukları orucun ardından ağızlarına koydukları ilk lokmalar, yedikleri kurşunlarla boğazlarına diziliyor… Anlayacağınız, askerlerimiz iftar vakti yemek yerine kurşun yiyorlar… Pusuya yatıp da iftar vaktini bekleyen, ezanla birlikte oruç tutan kimseye, “İftarda yemek yemek istiyorsun; ama ben sana kurşun yedireceğim!” diye tetiğe basanın binlerce yıllık insanlık değerleri ve İslamiyet’le en küçük bir bağı olabilir mi?

Geceden itibaren sabah namazını namaz kılmak için değil de, camiye gelen insanlara namaz kıldıran ve ara sıra da insanlıktan, İslam’ın öngördüğü eşitlikçi öğretiden ve kardeşlikten söz eden saygıdeğer bir din görevlisini sabah namazını kıldırmak için karanlıkta evinden çıkıp bir sokaktan geçerken arkadan kafasına bir şarjörü boşaltarak katletmek için bekleyen kimsenin insanlıkla, dinle ve ahlakla herhangi bir ilişkisi olabilir mi?

Evvelki gün Van’da deprem oldu. Avrupa’nın öbür ucundaki ülkelerden yardım teklifleri gelmeye başladı. Güzel Türkiye’mizin güzel insanlarının sosyal paylaşım sitelerinde hemen örgütlenerek yardım kampanyaları başlatmış ve her türlü maddi yardım için seferber olmuş olması göz yaşlarımızı yanaklarımızdan aşağı sel gibi akıtmıştır. Ölü, yaralı ve mağdur sayısını en aza indirgemek ve yaraları bir an önce sarmak için herkes canla başla çalışırken, bunun güvenlik birimlerinde oluşturabileceği ihmal boşluklarını değerlendirerek karakollara saldırarak, kafelerin önünde uyuşturucu verilmiş insan vücutları patlatarak insan öldürmeye devam edenlerin insanlıkla uzaktan veya yakından en küçük bir ilişkisi olabilir mi?

Suçsuz çocukları, bayanları ve sade vatandaşları üzerlerine yüzlerce mermi sıkıp el bombaları atarak vücutlarını paramparça, delik deşik edecek kadar akıl, vicdan ve merhamet duygularından uzaklaşmış olduğu halde cebinde yeşil kart taşıyan ve başı ağrısa devletin hastanesine koşan adamlardan topluma ve insanlığa şerden, pislikten, korkudan, kabustan ve acıdan başka ne gelebilir?

Bakın! “Devlet” denilen aygıt, öncelikle “insan öldürmeyi lanetleyen ve yaşatmayı şart koşan” insani temellere dayalı bir düşünsel altyapı ve uygarlık modelini gerektirir. Meşru müdafaa dışında adam öldürmekten çekinmeyen uygarlık dışı topluluklar devlet kuramaz, ele geçirdikleri yerlerde kendi saltanatlarını kurar ve etrafına da cehennem çukurları inşa ederler. Zamanında Afganistan’da Ruslara karşı bağımsızlık mücadelesi veren ve boy boy posterleri Müslümanların evlerinin duvarlarını süsleyen o efsane isimler ne oldu? Rusları kovduktan sonra birbirlerine girdiler ve çatışmaların ardından birbirlerinin ölülerini tekmelediler. Herkesin beklediği gibi nur topu gibi bir İslami devlet doğuracaklardı; ama olmadı, olmazdı, olamazdı. Çünkü aşiretler ve bedeviler bırakın İslam devletini, devletin hiçbir çeşidini kuramazlar.

Böyle bir yapı, “örgüt” filan diye de tanımlanamaz. Bu olsa olsa yabani bir yamyam sürüsüdür ve egemenliği altına alacağı her yerleşim bölgesinde insanların başının belası ve cehennemi olacaktır.

Nitekim bugün bu örgüt, Güneydoğu bölgemizde yaşayan vatandaşları tehditle kendine bağlamış bulunmaktadır. Bu nokta, çok çok çok önemlidir. Devlet orada bir ilde veya ilçede yaşayan vatandaşlarımızdan her birine “Sana dokunanı mahvederim!” güvencesini veremediği sürece, vatandaşların onlara olan korkuya dayalı desteğini kesemeyecektir. Devlet herkesten daha güçlü olduğu ve vatandaşlarını korumaya, hayatları ile birlikte düşüncelerini açıklama özgürlüklerini garanti altına almaya muktedir olduğunu somut ve baskın bir şekilde kanıtlayamadığı sürece, bölünme tehlikesi gün geçtikçe artacaktır. Bu başarıldığı zaman, siyasi kanatlarının genel seçimlerde aldığı oyun tehdide borçlu oldukları yarısı ilk etapta kopup gidecektir. Gerisi kolay…

Bu bağlamda;

1.Nurslu Bilge’nin vasiyetine uyarak bölgede Türkçe, Arapça ve Kürtçe eğitim verecek ve bütün Ortadoğu’ya hitap edecek dev bir üniversite yapılması vasiyeti yerine getirilmelidir.

2.Bölgede Kürtçe yayın yapan kanallar çoğaltılmalı ve bu kanallar İslamiyet’in birleştirici rolünü pekiştirmeye yönelik yayınlara ağırlık vermelidir.

3.Bölgeye gönderilecek olan her seviyede büroktar ve memurun dindar ve fedakar kimseler olması, ayrıca bu kimseleler risk alarak sürekli halkla iç içe olmalıdır.

4.Kürtlerin insani taleplerini ifade ve temsilde terör örgütünün bölgedeki alternatifsizliği bir şekilde ortadan kaldırılmalıdır.

5.Şehirde gösteri yapıp olay çıkararak milletin dükkanını ve arabasını yakanlara, askere polise taş ve sopayla saldıranlara karşı asker ve polise vurma yetkisi verilmelidir. Örneğin Amerika’da araçla seyir halindeyken polis sizi durdurduğunda, silahını çekip mermiyi ağzına vererek üzerinize doğrultur, arkanızdan o şekilde yaklaşır ve ellerinizi direksiyondan kaldırdığınız anda sırtınıza kurşunu yeme ihtimaliniz vardır. Orada insan hakları yok mudur ya da bizim askerimiz polisimiz insan değil midir, yaşama hakları yok mudur? Kendini korumak amacıyla silahını çekmesi için, önce karşıdan gelen kurşunun, taşın veya sopanın alnının çatında şaklaması mı gerekiyor?       

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mert Aslan Arşivi