
Eski Bir Tapınak Yazıtından Sedef Çiçeğine
Edebiyat sihirli bir kelime. Sözcükler kimi zaman öylesine ustalıkla kullanılıyor ki sizin saatlerce dil dökerek anlatmaya çalıştıklarınız birkaç satırda özetleniyor. Hele bazen ifade edemediğiniz düşünceler sayılı cümlelerle tüm hislerinize tercüman oluyor ya insanın içini tarifsiz bir mutluluk kaplıyor.
Yazının etkin gücünü kelimelerle ifade etmeye ne denli uğraşırsam uğraşayım yetersiz kalacak. Sanırım bu özelliğiyle edebiyata ve özellikle okumaya karşı olan hayranlığım ve ilgim her daim olmuştur ve nasipse de olacaktır. Özellikle davranışlarımızı, hayat bakış açımızı kimi zamansa yaşamımızı değiştirebilme gücüne sahip eserlerle karşılaşmak ve bu yapıtların ışığında hayatına yeni başlangıçlar sunan hikâyeleri dinlemek ayrı bir mutluluk verir bana.
Eşsiz güzellikteki kristal bir yapı gibi ne açıdan bakarsanız bakın, her yeni yönde farklı duygular hissettiren Kur’an- Kerim ise geçmişin tüm kötü anılarını bırakıp sil baştan başlangıçlara ulaşan hayatların eşsiz pınarı. Söyleyenin güzelliğinden olsa gerek yeryüzünün en eşsiz dizeleri olan bu kelimler, Dünya durdukça ve Yaratan nasip ettikçe belki milyarlarca hayata daha kaynak olacak.
Okumanın ve eserlerin ve en mükemmel eserin güzelliğinden bahsettikten sonra benim hayatımda yer eden oldukça güzel bir yazıtı ve bir öyküyü paylaşmak istiyorum sizlerle. Eski Bir Tapınak Yazıtı’nın M. Ö. iki binli yıllarda yazıldığı rivayet ediliyor. Yazıtın “Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol” bölümü Hz. Mevlana’dan tanıdık geliyor. Binlerce yıl öncesinden hayat ve yapılması gerekenler bu denli güzel özetlenebilir mi bilemem ama okuyunca insana bedenen ve ruhen bir dinlenme sağladığı kesin. Katıldığım özellikle kişisel gelişime yönelik toplantılarda konuşmalara başlamadan önce insanlara bu yazıyı dağıtırım ya da bir dinleyiciden okumasını isterim. Okudukça ilk etaptaki gerginlik ve kimi önyargılar yerini tebessüm ve huzura bırakır. Olumlu bir iletişim kurmamda oldukça yararlı olan ve neredeyse on beş yıldır ezberimdeki bu yazıta dairse çok fazla bilgim yok. Belki yazan da sözlerinin etkisine olan güveninden kimliği hakkında bilgi vermeye gerek görmemiştir. Tam kaynağını aradım ama elle tutulur bir bilgiye ulaşamayınca yazıldığı zamandan ve yazarından ziyade sözlerin güzelliğine bıraktım kendimi. Umut ederim ki bu yazıt sizlerin de yüreğinde yepyeni başlangıçlara neden olabilir.
Paylaştığım hikâye ise Tavuk Suyuna Çorbalar Türkiye’den. Öyküyü Vedat Ayaz’dan aktaran ise Ayşe Arman . “Duygularını sevdiklerine bile belli etme” türü söylemlerin hayatımızda sıkça yer aldığı, sevdiklerimizin kıymetini ancak onları kaybettiğimizde anladığımız çağımıza inat yürekleri ısıtacak sımsıcak bir öykü. Sevginin, aşkın maddi kalıplara büründürülmeye çalışıldığı çağımızda sevmenin kimi zaman fedakârlık kimi zaman da sımsıcak bir kucaklama olabildiğini aktaran hoş bir hikaye. Umut ederim ki bu öyküyü okuduktan sonra ertelediğiniz ve göstermekten çekindiğiniz sevgilerinizi yakınlarınızla paylaşırsınız.
ESKİ BİR TAPINAK YAZITI
Gürültü patırtının ortasında sükûnetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol; telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle, ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış olmazsın. İşini öyle sev ki, başarılarının bedelini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni bir hayat başlatmış olacaksın.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zaman kalmaz.
Ve unutma ki insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.
Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasında yemyeşil bir bahçedir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgâra göre ayarla. Çünkü dünya karşılaştığı fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir. Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkânsızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendinle barış içinde ol.
Hatırlarmısın doğduğun zamanları; sen ağlarken herkes sevinç içinde gülümsüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı, şefkatli, bağışlayıcı ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen, dünya insanoğlunun biricik mekânıdır.
SEDEF ÇİÇEĞİ
Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı...
Adam inatçı bakışlarla suskundu. Nine ise ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bıkkın bakışlarıyla etrafı süzüyordu
Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına: “Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun”? Dedi.
Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra başörtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı:
“Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan”. Sonra uzunca bir sessizlik oldu, mahkeme salonunda. Çıt çıkmıyordu herkes bekliyordu.
Sessizlik, bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu... Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti:
“Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim... O bilmez... 50 yıl önceydi.. O çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm sedef çiçeğimi. Yavrumuz olmadı onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş doğmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye... İyi gelirmiş derlerdi 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Taa ki geçen geceye kadar. O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım... Kalkamadım. Onu susuz bıraktım. Kurudu sedef çiçeğim. Ben, böyle bir adamla 50 yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu, her şeyimi verdim. Ondan hiçbir şey istemedim. Bir kerecik olsun sedef çiçeğimi sulamasını isterdim. Aklına bile gelmedi. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."
Ne yaptım ettim, onu hep gece uyandırdım. O sevdiğim kadını, yavrusu bildiği çiçekleri sularken de gizlice seyrettim. Her gece, o çiçek ben oldum sanki" dedi adam. O yaştaki bir kişiden beklenmeyecek ifadelerle. Ve devam etti.
“Her gece, o yattıktan sonra uyandım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef, gece sulanmayı sevmez, hâkim bey. Geçen gece de... Yaşlılık... Ben de uyanamadım Fadime’mi de uyandıramadım. Çiçek susuz kalırdı ama kadınımın boynu yine azabilirdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.