
Bilmeden Utanmak
İnsanın zihnine girebilmek, kendi düşüncelerinize göre bireyleri yönlendirmek için öncelikle var olanı silmeye çalışırsınız. Egemenliği altına almak istediğiniz topluma kendi geçmişini kötüler, aslında ona tabiri caizse bir zavallı olduğunu aşılarsınız.
Sömürünün temelinde yatan zihniyet budur. Geçmiş yüzyıllarda sömürü imparatorluğu kuran, bugünse siyasal etkilerini mağdur ülkeler üzerinde devam ettiren İngiltere ve Fransa’nın temelde izlediği strateji de budur.
Demokrasi getirmek için Irak’ı , Afganistan’ı ve gücünün yetebileceği her türlü ülkeyi kan gölüne çevirmeyi görev bilmiş Amerika’da benzer yol izlemiştir.
Önce çeşitli siyasi oyunlarla eziyetin her türlüsünü gösterecek kukla bir lider bul, yönetimi, yargıyı, askeriyeyi ele geçir, halkı cahil ve aç bırak, ardından etnik ve inançsal unsurlarla iç çatışmaları destekle, sonra da kargaşaları önleme maskesiyle hükmet.
Cahil bırakılan ve sömürülen halk uğradığı cefanın acısıyla yaklaşan tehlikeden habersiz günü kurtarma telaşına düşer. Kendi yarınından endişeli olduğu için çocuklarının, torunlarının yarınını düşünemez.
Geçmişin güzel günleri puslu birer hayal olmuştur. Oluşturulan suni gündemlerle kendi yağıyla kavrulur gider. Arada ulusça uyanmanın gerektiğini belirten birkaç kahraman çıkar. Onlarda kısa süre sonra ya öldürülür, ya da bir kazaya kurban verilir.
Bosna’nın eşsiz kahramanı Aliya İzzet Begoviç, savaş ardı Sırpların sömürü yolunda izleyecekleri bu politikayı fark etmişti ve halkını en başta milli bilinç ve milli bir şuurla ayakta tutmaya çalışmıştı.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Mussolini ve Hitler’in lakabıyla anılmayı (Milli Şef) tercih eden İnönü döneminden itibaren kendini aşağılama ve küçümseme politikasına ülkem insanı da sokulmaya başlanmıştı.
90’lardan itibaren ise tırmanan terör olaylarını bir tarafa bırakırsak küresel sömürüye karşı uyanmalar başladı.
Kendi kabuğundan çıkmış, dış dünya siyasetinde aktif olan, örnek alan değil de örnek olan bir ülke resmi çıkıyordu karşımıza.
Yurt dışında konuşabilen bir ülke durumuna geldik, artık eziklenme psikolojimizden kurtulduk derken ülke içinde güçler savaşıyla millet yeniden şaşkına döndü. Yargı, muhalefet ve basın işbirliğine karşı hükümet düellosu şeklinde gelişiyor yaşananlar.
Meşhur “One minute” çıkışıyla coşan halkımız, “Nasıl olsa bu ülkenin gelişmesine izin vermezler” diyerek tekrar kendini salıverme yolunda.
Silkinmenin tek anahtarının ise geçmişiyle barışmak, geçmişini bilmek geçmişini tanımaktan geçtiğini inananlardanım. Allah Allah nidalarıyla Belgrad’tan Afrika’ya, Kafkaslar’dan Balkanlar’a kadar cihanı yeniden hükmedelim hayalinde de değilim ama Osmanlı’dan Cumhuriyet’te kadar yaşanan siyasi ve sosyal değişimleri bilelim, ecdadımızı doğruyla yanlışıyla tanıyalım derdindeyim.
“1930'lu yılların Türkiye’sinin Urla gibi bir Ege şehrinde dahi açlıktan insanların öldüğünü... “Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslüman’ın günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını, bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine de: "Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazdığını. Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını…” “Merhum Necip Fazıl Kısakürek in 1954’lü yıllarda çıkardığı Büyük Doğu mecmuasının bir sayısının kapağında, Osmanlı arması işlemeli sanat eseri bir kumaş resmini yayınlayınca, "padişahlık propagandası yapmak " gibi saçma bir gerekçe ile derginin o sayısının toplatıldığını ve kendisinin de suçlanarak mahkemeye sevk edildiğini , Necip Fazıl'ın mahkemede kendisini suçlayan savcıya gayet ibretli bir şekilde: İçinde adalet işlerine bakılan bu binanın tepesinde aynı Osmanlı arması var Siz de mi padişahlık propagandası yapıyorsunuz?" diye haykırdığını…” “Yavuz Sultan Selim Han'ın Ridaniye Savaşı'nda, ileri görüşlü babası Sultan II Bayezid' ın icadı olan "içi yivli topları kullanarak büyük başarılar elde ettiğini, bugün ise bizlerin hala II Bayezid'in bu büyük icadını tarih kitaplarımızda: "Yivli top 1868 de Almanlar tarafından icad edildi" diye okutma gafletini göstererek ecdadımızın kemiklerini sızlattığımızı…”
Ortalama bir memurun aylık maaşının 50 lira olduğu bu dönemde, çağdaşlaşma yolunda(!) 75 000 lira gibi büyük paranlar ödeyerek heykel yaptırdığımızı…”
“16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolay Katolik Avrupa tarafından kendisine "Hıristiyanlığın şövalyesi" unvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan'ın ölüm döşeğin de, evlatlarına gayet ibretli bir şekilde: "Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız Asla Rus'a yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler" diyerek nasihat ettiğini…”
“Şanlı Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazinin mübarek anası Hayme Hatunun Domaniç’teki türbesini ulu hakan Abdülhamid Han'ın, ecdadına hürmetinin ifadesi olarak büyük bir itina ile tamir ettirip pencerelerini atlas perdelerle kaplattırdığını ve zeminini de Hereke dokuması muhteşem bir halı ile, döşettiğini . . .
Daha sonraları iş başına gelen Halk Partisi döneminde ise o muhteşem halının türbeden gasp edilerek, partinin İnegöl ilçe yöneticilerinin kapılarına paspas yapıldığını ve atlas perdelerinin de kaymakamlık binasında kullanıldığını...”
“Ecdadımızda "ciğercilik " diye bir mesleğinin bulunup. bu meslek erbabının, uzun bir sırığın ucuna taktıkları ciğerleri mahalle ve çarşılarda dolaştırdıklarını.,.
Yolda bu ciğerciye rastlayan hayırsever insanların ciğerleri satın alarak etraftaki aç kedi ve köpeklere dağıtıp sevap kazanmayı gaye edindiklerini…”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.