
Ya Tutarsa!
Nasrettin Hocamızın meşhur fıkrasıdır, göle yoğurt çalma hikâyesi. “İlahi Hoca, koskoca göl maya tutar mı?” sorusuna karşılık olarak “Ya tutarsa!” deyivermesi ihtimaller düşük olsa da, gerçekleşme ihtimali olan sonuçları göz ardı etmemek gerektiğini nasılda izah etmişti. Gerek ülkede gerek dünyada son zamanlarda ilginç olaylar yaşanmakta. Amerika Birleşik Devletleri Başkanının ülkemizi ziyareti sırasında Meclisteki konuşmasında iki ülke arasında bundan böyle ‘model ortaklık’ tipinde bir ilişki kurulacağını söylemişti. Daha önce kullanılan stratejik ortaklık dönemi bittiğine göre yeni plan ve programlar devreye girmiş demektir. Bu iki kelime bile sürecin ne kadar ağır şartlar taşıdığını göstermektedir. Dış dünyada olaylar daha çok çıkar, güç ve ekonomik temelli stratejiler üzerine şekillenirken içeride bunun yerine sahiplenme, yön verme, yok etme duyguları ile yola çıkılmaktadır. Asrın davası olarak sunulan Ergenekon Davası, ülkedeki her kesimden insanı ilgilendirmeye devam ediyor. Bir davanın bu kadar net bir şekilde taraflarının olması hukuk açısından nasıl değerlendirilmeli acaba? Bu dava ile ilgili hemen her meslek grubundan sürece dâhil edilenler oldu, devam edecek gibi de görünüyor. Gözaltına alınanların mesleklerinden, toplumdaki tanınmışlıklarından dolayı sürece sert tepki gösterenler var. Bu davanın hukuksal bir dava olmaktan çıktığını, siyasi bir linç, politik ve hatta tarihsel bir intikam olduğunu iddia edenler hiçte az değil. Dava, toplumsal olarak genel almamda nasıl algılanıyor? Gizli, derin, güçlü, eli her yere ulaşabilen bir yapı var ve bu oluşum ülkeyi yönlendirme ve yönetme gibi bir hedefle çalışıyor, sonucunda bir ihtilal gerektirse bile. Toprağın altından, silahlar, bombalar, mühimmatlar çıkıyor. Planlar, ilişkiler, ses kayıtları deşifre ediliyor. Akademisyenler, gazeteciler, iş adamları, asker, sivil toplum kuruluşların yöneticileri ve daha birçok kesimden insan bu oluşumla ilgili olduğu gerekçesi ile gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, yargılanıyor. Bulunan silahlar birkaç kaçak tabanca değil, normal bir vatandaşın adını, kullanılışını bile bilmediği silahlar. Ordu envanterine kayıtlı olmadığı ifade ediliyor. Her iki durumda vahim aslında, ordudan bulunmadıysa nerden geldi bu silahlar, ordudan bir şekilde çıktıysa neden çıktı bu silahlar. Yeşilçam dilinde bir söz vardır; eğer bir sahnede bir silah varsa mutlaka patlar. Silahın somut olmasına da gerek yoktur, kimi zaman düşünce en güçlü silahlardan daha tesirli olabilmektedir. Sanırım zihniyetle ilgili bir sorunsal var. Yıllardır özgürlüğünü arayan bir ülkeyiz biz. Bu ifadeyi mecaz anlamda kullandığımı belirtmeme gerek yok sanırım. Yalnız başımıza olmadığımız kesin, hem de biz Anadolu’ya geldiğimizden beri. Zihniyet bakış açısını değiştiriyor, bu değişmiş zihniyet ise kimin, neden ve nasıl bir oyunun içinde olduğunu görmekte zorlanıyor. Tarihsel bir ön kabul vardır; ihtilal yapmak istersen ya baş olursun ya başından. Kanımızca hiç kimse karmaşanın, sıkıyönetimin, baskının zorluklarını yaşamak istemez. O halde henüz bir iddia olmakla beraber bahsi geçen yapılanma en azından bir darbe düşüncesine de sıcak bakmıştır. Bunun böyle olmadığını savunanlar belki de, Nasrettin Hocanın “Ya tutarsa!” sözünü unutmamalı bence.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.