
Hakan Bahçeci
Şiirin Gücü
Yayınlanma:
Şiir, tarifi öznel ve daha çok kişisel bir yönde yapılır. Edebiyatın bir dalı olmakla birlikte, kendine has yapısı, şekli, etkisi, tepkisi ve kuvveti ile aslında başlı başına bir uğraşı alanıdır şiir. Sanatsal bir yönü olduğu muhakkak. Ancak ben onu sanatın kesin sınırları içine sıkıştırmakta istemem doğrusu.
Bir söyleyiş şekli olmakla birlikte, fiziksel bir yapısı da vardır şiirin. Barındırdığı iç söyleyiş ve okuyana bağlı olarak ortaya çıkan anlam yükü onu farklı bir yere yükseltmektedir.
Şiir, güçlüdür. Şairin kaleminden çıktıktan sonra, okuyucusu ile buluşan ve artık okuyan ile arasında karşılıklı bir ilişkiye giren şiir, okuyanda bir tesir bırakır. İşte bu tesir, okuyanda ilk uyarı ve uyandırmalarını gösterir. Şiir, kaleme dökülünceye kadar şairinin olabilir ancak kâğıda yazıldığı, sazla söylendiği andan itibaren şahsileşmiş ve bir kimliğe bürünmüştür. Her ne kadar, okuyanın izan ve mantığı çerçevesinde anlaşılsa da şiirin kendi derununda taşıdığı öznel bir durum vardır.
Şair, duyduğu ve kalben yakaladığı bir “var”lığı şiirle gün yüzüne çıkarır. Yakalanan bu “şey”in ne olduğu ve hangi kavramla ifade edileceği netameli bir konudur oysa. Lakin bu karmaşık durum şiirin gücünden hiç bir şey götürmez.
Şiir, devrin en özgür ve en özgün söz söyleme işidir. Kimi zaman söz söyleme sanatıdır dense de sanatın kalıpsal ve kurallarla örülü sınırlarından kendini kurtarmıştır. Aruz vezninde olduğu gibi katı çizgilerle şekli çizilir kimi zaman, hece ölçüsüyle ölçü birimine tabi tutulabilir lakin bunların hiç biri şiirdeki sözün gücünü ve sözdeki derinliği örtmeye yetmez. Kaldı ki, aruz da, hece de, oldukça sıkı ve sınırlı birer ölçüdürler. Bu durum disipline olmaya benzer ve bu yönüyle şiirin gücüne güç katar.
Aşk’a uçarsan kanadın yanar diyen şaire, “Aşka uçmazsan kanat neye yarar?” diye soran yürek ve tüm bunlara “Aşkı bulduktan sonra kanadı kim ne yapar!” diyerek cevap veren şiir ustalarının şiirin gücünü sonuna kadar kullandıkları görülür elbet.
Fuzulî ve Ruhî arasındaki tatlı atışmalarda söyleyiş hep şiirle anlam kazanmış ve kuvvet bulmuştur. Uzun fermanlar ve nameler yerine bir dize halk türküsü dimdik ayakta durup, meydan okuyabilmiştir.
Şiir, taşıdığı manevi boyutla ve sakladığı duygu yüküyle de kitlelerin rehberi, sözcüsü ve yareni oluvermiştir. Süleyman Çelebi, bugün “mevlit” deyince ilk akla gelen Mevlid-i Şerif’i yani “Vesiletü-n Necat” isimli şiiri, bir milletin dinine sarılmasında yıllarca ismine mazhar olarak vesile görevi görmüştür.
Mehmet Akif, kilometrelerce uzakta olduğu halde Çanakkale Savaşlarının acısını ve elemini yüreğinde hissetmiş, görüp yaşamadığı halde yine ismiyle müsemma destansı şiirini yazmıştır.
Özellikle Türk milletinin en zor günlerinde, bilhassa devlet ricalinin tutumları karşısında şiir dik durabilmeyi başarabilmiştir. Aydınlar, muharrirler, yazarlar, çizerlerden ziyade şairler söyledikleriyle taşları yerinden oynatabilmişlerdir. Şairler, tek bir şeyi ellerinde tutuyorlardı; şiir.
Şiirin gücüne tekrar ihtiyaç var. Eğriyi de doğruyu da şiirle söylemek lazımdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.