
Reyting Savaşları
Yeni medya düzeni, öncelikle ne kadar para kazanıldığına bakıyor. Para kazanmanın en pratik yolu reklamdan geçiyor. Televizyon yeni medya düzeninin başroldeki aktörü. Hem görsel, hem sesli olması nedeniyle televizyon reklam konusunda çok daha şanslı görünüyor. Bundan sonrasında başlıyor, filmlerin, dizilerin, belgesellerin kalitesi, konusu, görselliği. Hele ki millet, ahlak, değerler çok sonraları geliyor akıllara.
Haberlere yansıdığı kadarıyla biliyorsunuz; reytingleri artırmak için daha doğrusu arttığını göstermek için ne dolaplar çevrildiğini. Herhalde eğlencesine bile hile karıştıran nadir halklardan birisiyiz. Şimdi merak ettim doğrusu; “harama hile karıştırmak” deyimi de bununla mı ilgilidir?
“Reyting” denen kavram aslında istatistiksel bir konudur. Televizyonda yayınlanan bir programın kaç kişi tarafından izlenildiğini tespit etmeye yarayan bir sistemdir. Neden buna ihtiyaç duyulmuş aslında bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Kaliteyi, ölçülebilir niceliksel bir birim olarak ölçmeye kalkıştığımızdan beri ne estetik kaldı geriye ne incelik.
Yapımcı ve yönetmen olarak sen inandığın bir projeye başlıyorsun, iki ay sonra izlenmiyor diye yayından kaldırıyorsun. Reyting ölçümlerine göre, çıtayı aşmak zorundasın, çıtayı belirleyen de sen değilsin zaten, sayılar ve bu sayıların reklam olarak karşılığı. Zaten yaygara da burada kopuyor ya. Programın ne kadar izlendiğinden ziyade ne kadar reklam geliri sağladığı ölçülmüş oluyor. Yani, reyting ölçümleri, hangi program reklam değeri olarak “kaç lira ederi” ölçmeye başlamış oluyor.
Reklam deyip geçmiyoruz elbet. Başlı başına bir endüstridir. Üretici firmaların ürettiği malın üretim fiyatına eklediği bir giderdir. Tüketicinin malı görmesini sağlayan yani aslında neyi alması gerektiğini salık veren bir vitrindir reklam. Her ne kadar, bir ürünü, bir hizmeti tanıtmak gibi görünse de tanıtımdan farklıdır; yaşam biçimini gösterir, alışkanlıkları değiştirir, zihinlerdeki eski-yeni algısını tetikler, alışveriş tarzımızı, yani tüketim basamağındaki yerimizi belirler reklam. Bahsedilen bir de televizyon gibi en kolay ulaşma ve takip etme olanağına sahip bir güçse, reklam kaçınılmaz hal alır.
Pazarın ve pastanın bu kadar büyük olduğu bir alanda günümüz insanının savaşmaması imkansız gibi görünüyor. Doğru orantılı bir denklem meselesi; çok izleniyorsan çok reklam alırsın, reyting ölçümlerindeki sıralamana göre dakika ve hatta saniye bedelini belirlersin. Bu durumda reytinglerin çok olmalı, peki bu nereden geçer, deneklerden, deneklerin bilgisini çalarsın, bu bilgiyi güç olarak kullanırsın, biraz da teknolojik alt yapın oldu mu, istatistiksel bilgileri kafana göre düzenlersin. Yarın gazetelerin magazin köşesinde, birinciliğin ilan edilir. Bu da ekonomi demektir. Ekmek parası için uğraşıyoruz değil mi nitekim?
Peki bu reyting nedir? Denek olmayı kabul edersiniz, gelirler evdeki televizyonunuza bir alet takarlar verici gibi bir şey anlayacağınız. Sizin televizyon hareketlerinizi merkeze iletir. Anlık raporlar bile tutabilir bu aletler. Aynı saatte, kim hangi programa takılıyor, rapor eder patrona. Sizin gibi tahminen üç beş bin kişi daha vardır. Ortaya toplu bir sonuç çıkar; efendim hangi saatte kim daha çok izlenmiş, ilk yüz program filan diye. Böylece reyting savaşlarının kıvılcımı çakılmış olur.
Şimdi olan neydi, efendim birileri bu sıradan ve basit bir ölçüm gibi görünen bu sisteme çomak sokmak ve böylece özellikle reklam pastasının birilerinin lehine sürgit devamını istemişlerdi. Yani müşterilerine, ne kadar izleyici o kadar köfte demeye getiriyorlardı, tabi bunun oyunun kurallarının dışına çıkarak. Sahi, televizyondaki diziler bir oyundan ibaret değil miydi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.