EDİP CANSEVER

 Öncelikle okurlarımı uyarmam gerekiyor bu yazı bir edebi şiir yazısı değil bir köşe (fıkra) yazısıdır. Arasında ne fark var denebilir; ben edebi şiir yazılarında teknik boyutlardan daha çok duygu ve felsefenin hâkim olduğuna inanırım. Benim yazım öyle değil, zaten ben de bir edebiyatçı değilim. Artı şairde değilim, bununla birlikte öykü yazarı, roman yazarı, deneme ustası hiç değilim.

Peki, neyim; evet ben bir gazeteciyim, haberciyim, hani şu toplumsal olayları anlatan, yazan ve bunu meslek haline getirenler bilirsiniz işte onlardanım.

Biz gazeteciler ya da başka bir deyişle haberciler kitap okumayı sevdiğimiz için edebiyatçılara karşı bir hayranlık besleriz. Onlar gibi yazmaya, onlar gibi düşünmeye, onlar gibi olmaya çalışırız. Ben mesela Ahmet Haşim, Necip Fazıl, Ahmet Hamdi Tanpınar, Erdem Beyazıt, Balzac, Dostoyevski, Turgenyev Goethe, Kemal Tahir  gibi isimlere çok hayranlık duyardım. Fakat bir edebiyatçı değilim ve hiç birinin yazım kalitesinde edebi eser yazamam.

Öyle olunca da burada yazdığım yazılarımın da edebiyat dergilerinde çıkan edebi yazılar gibi değil de köşesinde bazı değerleri gündeme getirmeye çalışan bir gazeteci gibi algılanmasını isterim.

Mesela bugün Edip Cansever’i yazacağım. Edip Cansever’in poitikası ile ilgili bir yazıdan daha çok yapmaya çalıştığım şey Edip Cansever’in hatırlanmasını sağlamaktır. Edip Cansever çok tanınan bir şairdir ama inanınız en az yüz gence sordum tanımıyorlar. Yok, gençler tanımıyor bizim yaşımızdakiler ya da bizim yaşımızdan büyüklerde tanıyor mu, ne gezer, onlarda tanımıyor.

Siyasi tartışmaların sıktığı gündeme farklı bir bakış açısı getirerek belki bu anlamda şiir üstatlarımızdan Edip Cansever’in birkaç kişi tarafından tanınmasına vesile olurum, diye düşünüyorum, yapmak istediğim şey bu. Okuyucularımızdan da yazıyı bu hassasiyetle okumalarını rica ediyorum.

Taflan kelimesi şiirlerde çok kullanılır. Hatta Hilmi Yavuz’un ‘Taflan’ isimli bir şiir bile vardır. Taflan nedir diye sözlüğe baktım. Taflan ekşimsi bir meyve ya da bir çiçek… Daha çok vişneye benziyor, beklide bizim vişne Karadeniz’de taflan olmuş bilmiyorum. Tadına da bakmadığım ve sadece resimlerinden gördüğüm için net bir şey diyemiyorum. Bakın taflan bana bir şey ifade edemezken edebiyatçılara, şairlere ne kadar çok anlam ifade ediyor. Hilmi Yavuz’un ‘Taflan’ şiirini okuyan beni daha iyi anlayacaktır.  

Neyse asıl konumuza gelelim; dostlar Edip Cansever önemli bir şair. Gerçekten önemli, özellikle bir döneme damgasını vurmuş değerli bir isim. Babası  Fazlı  Cansever ticaret için İstanbul’a yerleşmiş. Edip Cansever 1928 yılının Ağustos ayında Beyazıt’ta Soğanağa Mahallesi’nde doğmuş. Daha  sonra Haseki’de  bir  eve  taşınmışlardır. Edip Cansever bu mahalleyi fazla sevmiyor. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları buralarda geçmiş ama bu mahalleden hiçbir zaman iştiyakla bahsetmemiş. “Ben Ruhi Bey Nasılım” adlı şiir kitabına burada yaşadıklarının kaynaklık ettiği savunulur. “Ben Ruhi Bey Nasılım” isimli şiirinin tabii ki buraya alamam çünkü gerçekten çok uzun. Ama bir bölümün alacağım. Edip Cansever’in şiir deryasının en güzel sütunlarından birisidir:

Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda
Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
Büyük bahçelerin küçük içinde
Saksılardan birinde
Gördüm de
Uyurken uyandırılmış gibi
Beni bir sardunya büyüttü belki.

…….

Bırakıp gidiyor anılarımı rüzgar
Denize bırakılmış çöpler gibi
Yol kenarlarında birikmiş gereksiz eşyalar gibi
Geri veriyor ve çekip gidiyor usulca.

………………..

Geri getiriyor bunları rüzgar
Geri getiriyor anılması kırmızı bir konağı da
İniltili, hasta bir konağı da
Çatısında baykuşların tünediği
Birtakım iplerin düğümlendiği tahtaboşlarda
Ve bütün konuşmaların tek bir cümlede toplanıp
Suskunluğu bir anıt gibi yükselttiği
Bir konağı ve konağın olanca görkemini
Geri getiriyor rüzgar.
………………….

Sizinle görüşelim Ruhi Bey
Vaktim yok, vaktim yok
Ruhi Bey, görüşelim
Vaktim yok görüşmeye kimseyle
Ruhi Bey
Kendimle bile, kendimle bile.
(Olmaz ki, kimse kimseyi sevemez
ama hiç kimse)

Edip Cansever uzun yıllar İstanbul’da Kapalı Çarşıda ticaretle uğraşır. 1954  yılındaki  Kapalı  Çarşı yangınından etkilemiş ve bu yangın sonrası yine kapalı çarşıda bir başka yere taşınmış. Burada asma katta kendisi için bir oda dizayn eder ve edebiyat dünyamıza kazandırdığı birbirinden güzel binlerce şiiri burada yazar. 28 Mayıs 1986’da yaz aylarında yaşamak için aldığı Bodrumdaki evinde vefat eder. Edip Cansever yaşamını yitirdiğinde bize düz yazı olarak yazdığı mektuplarını ya da söyleşilerini bıraktı ama şiir olarak tam anlamıyla bir derya idi onun eserleri. Çocukluk yıllarının geçtiği evin bulunduğu sokaktaki İsmail Efendi ya da konaklarla İstanbul onun edebi karakterinde ciddi rol oynamıştı. Vapurlar için, deniz için ve iç kargaşanın tezatlarının oluşturduğu sıkıntılar için yazdığı şiirlerinin hepsi birbirinden fazla okumaya değecek edebi eserlerdir.

Şairi ıhlamur ağacına benzetmenin nasıl olacağını anlamak Edip Cansever’i keşfetmekle mümkündür.

Şiir dünyamızın vazgeçilmezlerinden olmayı başaran Edip Cansever’in bir şiiri ile yazımı bitiriyorum. Aslında daha fazla şiir almak istiyorum buraya, birazda amacım yazıdan daha çok şiiri, gerçek şiiri okuyucularımıza aktarabilmek ama ne yazık ki yazılarında bir sınırı var ve belirli bir dağarcığı aşamıyorsunuz:

Uyanınca Çocuk Olmak

Siz ne iyisiniz, ben sizi bir şeylere benzetiyorum
Bilmem bir testi, bir bakır sahan kolay mı sizinle
Çok rahat bir gökyüzü mü var sizinle
Güneş bir pazartesi olarak mı duruyor burnunuzda
Yoksa bükülmüş bir nehir gibi mi küpelerinizde
Siz küçük adıyla mı çağırırsınız sessizliği
Öyle mi, ya kim uyandırır sizde
Bu sevişme dalgalarını, aşk seslerini
Bak'ları, duy'ları, okşa'ları, evet'leri
Hele bu elleri, ayakları bu
Gözleri gözleri.
Gidip bir bardak su içiyorum. Ağzım benim!
Su böyle neye benziyor, çok çocuklu bir bahçeye değil mi
Bakmayla içersek gözlerimiz de bir şeye benziyor
Senin gözlerin, bizim gözlere, onun gözleri
Her zaman söylüyorum kuyumcular için imzalı yazı gerekmez
Ama hiç gerekmez öyle değil mi
Armut ağacı! iyi sabahlar! sana bakınca yüzüm değişti
Bütün gün çalışıyorum en kötü iş yerlerinde
Yorulup bunalınca hep o sana bakmayı deniyorum
Birden çarşıyı gösteriyor dallarının inceliği
Hem niye saklamalı, çarşıyı gösteriyor işte
Bak! şakur şukur şapka satın alan birisi
Yusyuvarlak bir kişilik deniyor
Pis adam -ne kötü dünya- öyle mi değil mi.

Siz yok mu, sizin her yeriniz şaşırıp kalmaya istekli
Bir bakın, uyanıp kalkınca çocuk olmalarım var benim
Şu da var: bir sokak en açılmış pencereler dalıyor
Dalıyor da söz mü, yatağa uzatıyor otomobillerini
Aşk duyan bir kadını
Onun kişiliği olan memelerini
Gözlerim! hey sokak! geri getiriyor gözlerimi
Kimi zaman da bir cam kırılıyor şangur şungur
Diyorum böylesi gürültüler şiir için gerekli
Öyle mi değil mi.

Bizim o duvarlık tabaklar durmadan uzağa götürüyor evimizi
Daha aldığım gün bildim maydanoz olacak üstündekileri
Maydonoz olacak, maydanoz olacak, maydanoz olacak
İyi ama, niye sevmeli her önüne geleni
Herkesin, herkese, herkesi
Daha dün yepyeni bir son koydumdu şiire
Aldı, yepyeni bir kalabalığı getirdi
Ama iyi yaptım öyle mi değil

Ve son olarak tekrar ifade ediyorum amacımız değerlerimizi gündemde tutmaktır kesinle edebi bir yazı yazmak değildir. Bundan sonrası siz değerli okuyuculara kalıyor.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hamdi Bağcı Arşivi