
Bir Avcı Mehmet
Eğer birini yazıyla tanıtmak isterseniz meşakkatli ve riskli bir işe kalkışıyorsunuz demektir. Kantarın topuzunu kaçırma ihtimaliniz olduğu gibi, gözden kaçırdığınız noktalar da olacaktır. Bu da sizin eksik ya da fazla konuştuğunuz anlamına gelir ki, bir yazar için her iki durum da hoş görülmez. Bir diğer ihtimal de, kronolojik sırayla oluş sırasına göre olayları vermektir ki o da ansiklopedi yazmaktır, bu da bizim işimiz değildir. Baştan bu girişi yapmakla kendimi savunabileceğim bir mazeret kalkanı içine almış oluyorum, farkındayım. Avcı Mehmet, Konyalıdır. Anadolu çocuğudur. Olduğu gibidir, yemeyi ve yedirmeyi sever. Kimileri onu eşsiz gülmesiyle hatırlar. Gülerken elini ve kolunu hafif kaldırır, o bir türlü eritemediği göbeğiyle yaylana yaylana güler. Gülmesi ortamın aranan demirbaşıdır. Fıkra anlatmayı değil ama dinlemeyi fena bilir. Onu tanıdığımda gençtim, o da orta yaşlı sayılmazdı, bizden büyüktü lakin “abi” demezdik. Bekâr evlerinde sofrasına misafir olduğumuzda, soğuk odayı samimi sohbetler ısıtırdı. Kendine özgü bir sakinliği, iç dinginliği vardı. Karşıdan bakınca kafasında çok şey düşünüyor da size sezdirmiyor sanırdınız. Fakülte yıllarında, koridorlarda koşuşmayan biri varsa o da Avcı Mehmet’tir. Gerçi sınavlara hep son dakika yetişir ama onu son dakikada yetiştiren Fahri’si ya da bir Lokman Hekimi olmuştur. Sanırım arabayla hız yapmayı sevdiğinden son dakikaları severdi. Sınav gecelerinde; peynir, ekmek yiyerek ağzında dolu lokmasıyla “bidaha söyle bidaa” diyerek ders anlatanı çileden çıkarır ama yine sonunda konuyu ilk anlayan o olurdu. Oyun oynamayı sever, takipçidir. En büyük özelliği de, oyuna kattığı felsefi yaklaşımlardır. Onun için hayat akıllı olmaktır ve belki biraz da şanstır. Zor günler gördü, hani bir Anadolu evladının göreceği cinsten zorluklar. Üzülüp kahretmedi mi dersen, etmiştir ancak isyan etmedi bilirim. Şükür ağzından eksik olmadı. Ağzından eksik olmayan başka bir şey daha var da, sevenleri bıraksın diye çok dil döktüler, dökülen dillere kıyamasa da, sözünü de tutamadı hani. Güzel şeyleri sever, takdir eder. Kadirşinastır, dert dinler, dert paylaşır. Dert dinlerken arabesk dinlemeyi de sever. “Batan güneş” şarksını mırıldanır bazen. Sanırım hani şu Yeşilçam filmlerinde inşaatlarda şarkı söyleyenlere özenmemiştir ama inşatta da çalışmıştır, ama niye birisi keşfetmedi bilmem. Gerçi biz keşfettik ya, o da yetmez mi? Hani dedim, yemeyi sever diye, Konya’nın etliekmeğine bayılır, onun için özel geceler düzenlenir Meram’ın baharlarında. Arabaşı çorbasını kaşık kaşık, pilavını tabak tabak yer. Hakkını verir yani sofranın. Dostluğun hakkını verdiği gibi. Şu günlerde hakkını layığı ile verebileceği bir sofrayı da; Lokman Paşadan, Fahri Hocadan, Çavuş Harun’dan, Çakıcı İrfan’dan bir hafta sonu güzelliği ile beklemektedir vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.