Bak Yine Başlıyoruz.

“Önce doğruyu bilmek gerekir; doğru bilinirse yanlış da bilinir.

Ama önce yanlış bilinirse doğruya ulaşılamaz”

 

Ne de güzel söylemiş Farabi!

 

Yalan yalanı getirirken bambaşka bir fırtınaya doğru sürükleniyor bir nefeslik ömrü. Kaybettiriyor gerçekliğini hayatının… Çaresizlik fırtınaya sürükleyen sebep olsa da yanlışları kapatmak için yalanlar büyütmemeli kuytusunda. Öylece kala kalmamalı yanlışlıklar. Başaklar büyütmemeli solacağını bile bile. Tıpkı Mehmet Akif’in bir gece uykusundan kalkıp kafasındaki şeyleri unutmadan, gerçekliğini yitirmeden yazıya dökmesi, hemen sonrasında bir boyacının durup dururken bir fırçalık ustalığı ile tüm hakikatleri kapatması gibi. Tıpkı yanlışı doğru bildiği gibi ardından gelenlerin. Belki de nasıl bir gerçekliğin, asılın üzerini pürüssüzleştirdiğini bilemedi hiç. Ama gurur duydu bu başarısıyla hep. Bu iş ondan sorulmayacak da kimden sorulacaktı.

Doğru ya o da onun ustasıydı.

 

Anlattıkça nelerden kurtulabilir ki insan. Ya da neden anlatır herkesin bilmesi gerekmeyen ufak teferruatları, gereksiz ayrıntıları. Hele hele kendisi hakkındaki önemsiz konuların sanki tüm insanlığı ilgilendiriyormuşcasına hararetli bir bilim kurguya dönüştürmenin ne alemi var? Tabiî ki önemli bir ustalık gerektiriyor. Dinlemek, dinlenilmek, inanmak ve anlaşılmak. Anlatmak istediğimiz gibi anlattığımızı kabul ettirmek. İnandırmak…

 

Yeniden başlıyoruz, başlatılıyoruz hayata her yalanla. Her biri büyük bir özveriyle söyleniyor. Sanki ölüm kadar gerçekmişcesine yaşanıyor. Bütünleşiyor acı tatlı her adımla.  Meşgul ederken birçok şey kafamızı kabul edip geçiyoruz üzerinde durulması gereken püf noktaları.

Bir önceki yalanlardan oluşan bina enkaz yığınına dönüşmemiş gibi.

Ve işte yeniden bir temel atıyoruz toprağa. Büyüdükçe büyütecek göğsünde huzursuzca. Yeri gelecek ateş parçası, yeri gelecek bir toz bulutu kaplayacak üzerini. Ama öyle inanacak öyle benimseyecek ki yeniden oluşturacak dev gökdelenini…

 

Benim anlattığım sizin tanıdıklarınızdan olacak, ufak bir göz kıvrımı kâfi gelecek. Bakış dokundukça fark edilmeyecek, rahatsızlık vermeyecek olsa da. Ne yazık ki…

 

Bölüm 1, sahne 1…

Onun yaşadıklarını kendi etrafında döndürmesine bağlı hayatı. Kendi mahremiyetini gizlediği kadar insan, kendi istediği müddetçe çaresiz. Ve kendisi son verene kadar sinirli, mutlu, üzgün, dertli, sitemli… Gerçekleri zihninin izin verdiği kadar yaşarken, yalanlarla inşa ettiği hayatı çatırdamaya başlayınca bile fark edemez. En başta kendini aldatmışlığının pişmanlığı içinde yerle bir olmayı bekler kalkıp silkinmek için. İnanmak çok zorken onca güzel şeye bakamazken bile, inandırmayı seçer olmayan talihsizliklere. Birden kolaylaşıverir hayat! Çok yaşanılası bir hal alır sanki. Tozpembe…

Kimi zaman mavi-yeşil hikâyeler derler ordan burdan. Kırmızı-beyaz hissettiklerini siyah-gri anlatmak istemez hiç kimse. Zaten kapkara anlaşılmış bir masumluğu fark ettirmeden anlatır o da. Kastettiklerimiz kastedilenden uzaklaşır ya bazen. İşte bu oluşum çok iyi bir sinema filmi ile var eder onu. Her şey düşünülmüştür geriye sadece kabul etmek kalır. İnanmak…

 

Peki ya bizler çok mu masumuz inanmakla? Bugün gün gibi ortada olan ve asırlardır anlatılan gerçeklere inanmakta bu kadar inat ederken nasıl oluyor da havada kalmış, bir sürü yalana bu kadar kolay ve çarçabuk kanıveriyoruz? Anlamak ve anlatmak zor bu uzmanlaşmayı, ustalaşmayı, daha da acısı kabullenme kolaylığını.

 

Şimdi bölüm 1, sahne 2…

Kahramanlar aynı. Beyhude bir çabanın sonucunda artık akıntıya karşı ne kadar mücadele edilebilir ki. Yapılabilecek en güzel şey kendini bazen de akıntıya bırakması olacaktır. Usta da, iş veren de, içinde oturanda dayanamazlar ve bırakırlar kendilerini akıntıya.  Çünkü akıntıya karşı kulaç atmak her zaman başarı getirmeyecektir. Çare tükendiğinde, kollar yorulduğunda ve dizde derman kalmadığında beden ters dönüyor ve öylece suya kapılıyor. İşte yine başlıyoruz bu kez akıntı yönünde geliyor yalanlar gerçek gibi. Öyle bir akıntı ki hızına engel olamıyor. Pervasız bir yamaçtan delercesine hırçın bırakıyor kendisini üzerine üzerine geliyor. Zamanın oyununa gelen bizler de unutuyor, unutarak tekrar kanıyoruz…Yalnızca 2000…2002..2004..2005..2010’da kalıyoruz yaşarken…

 

Biraz daha geçmişe gömülüyor her rakam artışında dermansız çığlıklar, söylenmiş yalanlar. Takvimlerden mevsimler koparılırken biraz daha kimsesizleşiyor o günlerin şartları ve söylenmiş yalanları.

 

Şimdi de bölüm hala 1 sahne 3…

 

Virane bir evden fırlamış mahçup bir gülümseme ile görünmek istemez bir müddet sonra. Sıkılır her zaman aynı bakışlarla karşılaşmaktan. Bunun acizliğini hissedince bir daha aynı duruma gelmemek için çabalar, mücadele eder fakat bilmişlik ve bilmezlik nasıl bir çizgidir, nasıl bir ayrım noktasıdır ki, ikisini birleştirdiğin kapta ortaya bambaşka bir karışımı çıkartır. Sonra bunu her hücresinde hissettirerek yaşatır. Çözümü zor. Bunu her seferinde domino taşlarının birbirini tamamlaması, taşıması ve yoluna ulaştırması gibi bir desteksizlikle başarır. Son bölümde çaresizliğin getirdiği noktayı fark eder ve rüzgarın nereden eseceğini bekler umursuzca. Ama vazgeçmez küçücük bir esintiyle bile darmadağın olacak olan yaşantısını da yalanlarıyla ayakta tutmaktan. İçinden çıkılmaz bir hale gelinceye kadar sorun yoktur hayatında yaşar gider o güzelim sırça köşkünde.

 

Tadı nefis görünüyor bu ekşi şaheserin. Ufak bir süslemeyle muntazamlaşacak bir kurabiye misali son bir müdahale bekliyor. Nazikçe dizilmeden önce tepsiye su, un, maya, şeker ve tabiî ki tuzdu onu tamamlayan. Sonrasında hünerli bir çift el. Fırının ısınmasıyla son işlemde gerçekleşecek. Ve ortaya dayanılmaz, enfes bir görüntü çıkacak. Her şey tamam.

Artık kimse onun aslında yalnızca un ve su karışımından meydana geldiğine inanmayacak. Çünkü bunu anlamaya vakti olmayacak kimsenin. O kadar eksiksiz bir görüntüye sahipken kim inanabilir ki onun gerçek bir kurabiye olmadığına. Hünerli bir elde oluşmuş ve dile gelmişken kim aksini iddia edebilir?

 

En yakınınızdan, hemen yanı başınızdan başlamalı gezintiye. Işığın etkisi ile büyüdüğünden değil gözbebeklerindeki belirginleşme, fark edemediklerimizi fark ettiğimizden, şaşkınlıktan olacaktır. Ortalıkta gezinen sahte gerçeklerden kaynaklanacaktır…

 

 Bölüm 2 hiç olmayacak. Tek bölüm üç sahnede oynanacak her seferinde. Oyuncuların da durmaya niyeti yok gibi görünüyor.

Hakikatleri gerçek renkleri ile fark edebilmek ve artık ikinci bir bölümü de yaşayabilmek dileği ile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Semra Hoyraz Arşivi