Ülkelerin kaderlerini belirleyen bir numaralı etken o ülkedeki eğitimin niteliği ve kapasitesidir. Bu durum yeryüzünün her tarafında geçerli olmakla birlikte Türkiye gibi yer altı zenginlikleri fazla olmayan ülkelerde daha büyük bir önem arz eder. Özellikle nüfus yoğunluğu yüksek ülkeler yer altı zenginliklerine de sahip değillerse kalkınmak için enerjilerinin çok büyük bir kısmını eğitime harcamalıdırlar. Türkiye’de eğitim yıllarca arka plana atılmış ve 28 Şubat sürecinde getirilen 8 yıllık kesintisiz eğitim örneğinde de olduğu gibi siyasi mülahazalarla beraber tartışılmıştır. Fakat Eğitimin önemi artık anlaşılmaya başlandı. Son üç dört yılda, Milli Eğitim Bakanlığı bütçeden en çok payı alan Bakanlık haline geldi. Geçmişte en çok payı Milli Savunma Bakanlığı alıyordu, bu değişim çok önemli. Bu devrim niteliğindeki değişime rağmen Türkiye’nin eğitime harcadığı para hala üyesi olduğumuz OECD’nin diğer üyelerinin çok gerisinde.
Eğitimin önemi devlet olmanın en önemli unsurlarından biri olan insan varlığının maksimum olarak kullanılabilmesi ihtimalinden gelir. Bu noktada mesleki eğitimin önemine de değinmek gerekir. Türk sanayisinin en önemli sorunlarından biri 28 Şubat cuntasının bir diktesi olan kesintisiz 8 yıllık eğitimdir. 8 yıllık kesintisiz eğitimin yanında İmam Hatip Liseleri’ni engellemek amacıyla getirilmiş katsayı adaletsizliği de önemli bir sorun. Katsayı adaletsizliği ile meslek liselerinin önü tıkanmış ve sanayinin en önemli ihtiyacı olan kalifiye eleman ihtiyacı karşılanamamıştır. İşveren örgütleri bunu defalarca dile getirdi. İşsizlik oranları Türkiye’de düşük olmamakla birlikte işverenlerin de işçi aradıkları bir gerçek. İşte bu paradoksun sebebi; kişinin -üniversiteyi dahi bitirmiş olsa- hiçbir şey öğrenmeden, hiç bir alanda uzmanlaşmadan eğitim hayatını bitirmesidir.
4+4+4 sisteminden önceki sistemde üniversiteyi bitirmek isteyen birisi 8+4+4 şeklinde gelişen eğitimle 16 yıl eğitim alıyordu. Bu sistem ile üniversite mezunu olan bir kişi; 23 yaşında, hiçbir uzmanlığı olmayan bir insan olarak topluma ve kendine katkı sağlamaktan uzak bir şekilde yetişiyordu. Atanamayan öğretmenler sorunu bu düzensizliğin bir sonucudur. Bu düzensizlikte kendini özel bir gayretle veya biraz da hayatın getirisi bir şansla birlikte geliştirip, sıyrılanlar oluyor elbette fakat biraz önce bahsettiğim insan unsuru olabilecek en kötü şekilde değerlendirilmiş oluyor. İnsan unsurunun önemini kavramış ve başlattığı; üç çocuk, sezaryen, kürtaj gibi tartışmalarla bu konuyu gündemde tutan bir Başbakan varken bu düzensizliğin böyle gitmesi beklenemezdi. Nitekim bu şekilde gitmeyeceği herkesçe kabul edilen sistemin değiştirilmesine karar verildi. Öncelikle asıl sorun olan uzmanlaşamama sorununu çözmek için meslek liselerinin katsayı adaletsizliği ortadan kaldırıldı. Bununla birlikte ikinci 4 yıllık kademede mesleki eğime yönlendirilen çocuklar üçüncü kademeye geçtiklerinde branşlaşmalarını tamamlamış oluyor ve bunun eğitimini almaya başlıyorlar. Sonrasında alacakları Üniversite eğitimi ile üniversal bir birey olarak; kendilerine, ülkelerine ve bölgelerine fayda sağlayabilecek insanlar olarak yetişiyorlar. 4+4+4 ile birlikte planlanan sistem bu şekilde işliyor. Bunun yanında kesintisiz ve zorunlu olan eğitim zorunlu ama kesintili hale getirildi. Bu gelinen noktada Türkiye’nin eski bir hastalığı nüksetti. İdeolojik ön yargılar yeniden eğitimin önüne geçti. Mesleki eğitim denildiğinde aklına sadece İmam Hatip Liseleri gelen bir güruh “bunun amacının 28 Şubat’tan rövanş almak olduğu ve bu şekilde bir değişikliğin yapılamayacağı” görüşünü savundular.
Bu noktada CHP olayı Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Anayasa Mahkemesi de yasayı onaylayınca 4+4+4 eğitim sistemine 2012-2013 eğitim öğretim döneminden itibaren geçilmiş oldu. Tam sorun çözülmüşken birinci sınıfa başlayacak çocukların yaşları gibi bana göre anlamsız bir tartışma başladı. Anlamsız diyorum çünkü bu konu bu kadar önünde set örülecek bir konu değildi. 66 ayını dolduran bir çocuğun okula başlayabileceği pedagogların verdikleri raporlar neticesinde tamamen bilimsel görüşlerle belirlenmişti. Bu yaş olayına itiraz edenler zamanında bir cunta diktesiyle gelen eğitim sistemine karşı ağızlarını dahi açmamışlardı. Samimiyetten uzak bir şekilde devam eden tartışmaların altında yatan sebep yine İmam Hatip, Kuran-ı Kerim, Siyer gibi derslerdi. Bir de seçmeli Kürtçe gibi tartışmalı konu bu yasanın içine girince eski sistemin ne kadar zararlı ve toplumsal patlamaya doğru giden bir sistem olduğu unutuldu. Toplumsal patlama diyorum çünkü eğitim hayatını tamamladıktan sonra hiçbir beceri kazanmadan mezun olan insanlar bunlardan farklı olarak yine ihtiyaçtan çok mezunun olması gibi konular ciddi sorunlara yol açabilecekti. Atanamayan öğretmenler gibi pek çok konu her yıl büyüyen bir sorun olarak devam edecekti.
Neticede 4+4+4 eğitim sistemi detaylıca irdelenip getirilmiş bir sistemdir fakat bu sistem de her sistem gibi eleştiriye maruz kalabilir. Burada bana göre temel ayraç samimiyet meselesidir. Bir cuntanın diktesine ses çıkartmayan birisinin yaş konusunu hayat memat meselesiymiş gibi cansiperane savunması benim için hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan bir olaydır. Bu sistem seçmeli derslere verdiği önem ile beni oldukça heyecanlandırıyor. Toplumun çeşitli kesimlerinin yıllardır talep ettiği konular bu sistem ile çözüme kavuşuyor. Seçmeli, Kuran-ı Kerim dersi, yine seçmeli Kürtçe dersi, Alevilğin kitaplara girmesi gibi yenilikler milli birlik ve kardeşlik projesinin de uygulanmasına hizmet ediyor. Ciddi bir sorun olan Kürtçe meselesini aşmamızı sağlıyor. Bunun yanında zorunlu din dersi olarak da bilinen ama pek bir faydası olmayan dersin içi doldurularak seçmeli din ve kültür içerikli bir ders haline getiriliyor. Ben yazımda anlatmaya çalıştığım gibi bu değişikliği Ak Parti döneminin en önemli hizmeti olarak görüyorum. Ömer Dinçer Bey’in bu noktada hakkını teslim etmemiz gerekir. Ömer Dinçer de tıpkı rahmetli Tevfik İleri gibi bundan yıllar sonra bile muhabbet ve dua ile anılacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.