Statüko

Toplumu oluşturan yapı canlı bir organizma gibidir. İhtiyaçları, korkuları, sevinçleri olduğu gibi değişen ve farklılaşan yönleri de vardır. Yaşam, durağan değildir. Dinamikleri ve evreleri olan bir süreçtir. Gelişme ve değişme kaçınılmaz iki olgudur. Ancak ne gelişme ne de değişim diğeri olmadan zaman ve mekâna tutunamaz.

Bulunduğu durumdan memnun olan bir kişiye, halinin değişmesi gerektiğini söylerseniz, düzeni bozma kardeşim, cevabını alacağınız muhtemeldir. Elbette insan, rahat ve huzurunun kaçmasını istemez. Ancak, bu durum bir müddet sonra statik hale gelir, içinde bulunulan durumun dışında bir ihtimal düşünülmez ve durağanlık başlar. Katılaşan ve betonlaşan anlayışlar değişimi de, gelişmeye de kapılarını kapatır. Yani statüko hüküm sürmeye başlar.

Mevcut durum, var olan hal, olarak tarif edilen statüko, bulunulan durumun korunması için çaba sarf eder. Basit bir örnek verelim; televizyonlarda takip edilen haftalık dizilerin birçoğu, her bölümü, mevcut durumu koruyarak bitirir. Bu şekilde siz, bir sonraki bölüme hazır hale gelirsiniz ve merakla beklersiniz. Bu şekilde yapımcı yeni bölüm için peşin peşin seyircisini kapmıştır.

Statüko, neredeyse ideolojik bir olgu haline gelmiştir. Mevcut durumu koruma isteği, alışılmış düzeni bırakamama, yeni şartlardan korkma ve daha da önemlisi statik yapının tek doğru olarak kabul edilmesi toplumdaki uyuşmazlığı körüklemiştir. Bu durumda statükoyu korumak ideoloji sahiplerine düşmüş, mevcut durumun değişmesi en büyük fobi haline gelmiştir. Ne yazıktır ki bu fobi, yükseklik korkusu, karanlık korkusu gibi hastalık derecesine varmıştır.

Statüko, değişmez ve ardına saklanan bir duvar olunca, sorunlar büyür, kabuk bağlar ve yığılır. Türkiye’nin de statükolar diyarı olduğu söylenebilir. Bir yığın problem, çetrefilli konular, üzeri örtülmüş meçhuller sırf bu statüko anlayışı yüzünden çözülememiştir. Dinamik yapıyı zorlayan,  gelişmeye ve değişme kapalı bu anlayışın en büyük çıkmazı ise şudur: Eğer sen, kendi toplumsal dinamiklerini kullanarak değişip gelişemiyorsan, seni zaman ve mekâna uyduran gelişmeler değiştirir. Bu ise seni farklılaştırıyor ve kaba tabirle dünyayı ıskalıyorsun. Çünkü artık dümende sen olmuyorsun.

Ülkenin doğusuna, orada konuşulan dile, istek ve korkularına statükocu anlayışla yaklaştın, yıllar geçti, çözemedin. Terör olgusunu ayrı tutmak gerektiğini de belirtmiş olayım. Zamanın şartlarına göre düzenlenmiş yasa ve kanunları, değişmez, vazgeçilmez ilkeler haline getirdin. Dokunamayacağın bir zümre oluşturdun ve oluşturduğun bu yapı, artık seni bile tanımaz oldu. Asker-sivil diye oluşturduğun sınıfsal yapı, toplum içindeki ayrışmayı körükledi. İnançlar ve değerler sistemi, bu statüko anlayışı içinde kendinden korkulan bir taraf oldu.

Statüko, kendi iktidar analyışını öyle kemikleştirdi ki, bireysel düşünme ve özgürce ifade edebilme fırsatını bile vermedi. Ferden ferde “Aslında doğrusun, ben de artık bir şeylerin değişmesi gerektiğine inanıyorum.” diyenler, içlerindeki statükocu anlayışı yıkamadıkları için, mevcut durumun en ateşli savunucusu haline geldiler. Gariptir ki onlar bu durumdan da rahatsız değiller.

       

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hakan Bahçeci Arşivi