Magazinciler Duymasın

Şu magazin olayı bir tuhaflıklar bütünü. Kimin nerede ne yaptığını vıcık vıcık edinceye kadar döküp saçma yarışı sanki. Ancak burada “kim” kimdir, sorusu önemli bir eşik tabi. Yani sen ben değil önce “kim” olabilecek biri lazım. Bu da çok memlekette.

Magazin kelimesi, Fransızca bir kelime. Ancak türediği kök Arapça. Halkın çoğunluğunu ilgilendirecek, çeşitli konulardan söz eden, bol resimli yayın olarak anlam verilen magazin kelimesi, esasen Arapça “ğazn” kelimesinden neşet etmiştir. Arapça, depo etmek, hazinede saklamak, depolamak, ambar anlamına gelen bir kelime. Dönüp dolaşıp “kim” olmayı elde etmiş birilerinin şahsi bilgilerinin ambarı olmuş.

Gazetecilik tarihi ile ilgili okumalarım sırasında gördüğüm kadarıyla, bizzat “magazin” kelimesinin başlık olarak kullanıldığı ilk yayın 18. yüzyıla dek geliyor. İngilizce bir yayın olan, “Gentlemen’s Magazine” Türkçemize centilmen olarak da geçen “beyefendilerin bilgi ambarı” yani “centilmenler hakkında” isimli bir yayındır.

Yıllar içinde depo ve ambar anlamı iyice unutulan kelime, daha çok medya ile ilgili, toplumun meraklı olduğu konuları bolca görsel malzeme kullanarak servis eden bir habercilik sektörüne dönüştü. Artık hemen her basın yayın kuruluşunun bir magazin bürosu, magazin muhabiri bulunmakta. Televizyon ve çok kanallı yayın hayatının başlamasıyla magazin haberciliği çağ atlamış oldu. Teknoloji, hiçbir ayrıntıyı atlamıyor, uzak yakın tanımıyor, her türlü gösteri becerisini maharetle kullanıyor. Bu durumda magazincilerin işi daha da kolaylaşıyor. Sonucunda çıkan ürünün kalitesiyle zaten kimsenin ilgilendiği yok.

Buradaki paradoks soru şu; magazin kaliteli olur mu? Öncelikle belirtmek gerekir ki, magazin denilen olay bir yönüyle “haber” olma özelliği taşımakta. Bu durumda magazin haberinde verilen olayın haber niteliği taşımasını beklemek en azından iletişim fakültelerinde öğretilen verilerle uyumlu olmalıdır.

Çok basit bir misal verelim, yukarıda bahsettiğimiz “kim” olmayı başarmış bir “A” meşhurumuz, denize girerken görüntüleniyor. Tatile gitmiş, güneşleniyor filan. Hatta kendini takip eden paparazzilere (bu kelime de bir tuhaf, nereden türediyse?) uzaktan el sallıyor. Buraya kadar normal gibi, akşam haberlerde ya da yarın bir gazetenin magazin ekinde şöyle bir başlık; “ Halkın sevgilisi “A” selüloitleriyle şov yaptı.” Hani adamın şöyle bir soru sorası geliyor, e birader, haydi halk selüloit sevmiyorsa. Boy boy resimleri çıkan meşhur ünlümüz, açıklama yapıyor, bir başka ünlü dalga geçiyor, fotomontaj, sataşma, cevap verme hakkı derken al sana dört başı mamur bir magazin haberi.

Özel hayatın dokunulmazlığı konuşulur hep. Magazincinin sıradan bir vatandaşı haberine konu alıp, üstsüz görüntülerini yayınlaması özel hayata müdahale olur. Ancak “A” ünlümüz üstsüz görüntülerini görünce “ay, ne zaman yakaladınız, sizi afacanlar!” diye espri yapabilir. İşlerin karşılıklı yürümesi çok doğal sanki değil mi? “Sen beni haber yap, ben senin programına konuk olayım, sen benim hakkımda bir başkasıyla konuş, dedikodularımı yayınla, ben de bana sataşana okkalı bir cevap vereyim.”

Özel hayatın sınırları da belli değil artık. Misal ünlümüz “A” bir arkadaşıyla yemek yerken görüntülendi. Gayet özel bir hayat. Ancak haberi yapan haberin başlığını “A’nın yanındaki bayan kim?” ya da “A” yine gecelere aktı, dağıttı. Birazdan” diye yazınca, işler değişiyor. Öz çocuğuyla parka gitmesi de olay, eşiyle gece gezmesi de. Peki özel hayatın sınırı nerede başlayıp nerede bitiyor?

Magazin haberleri deyince çoğunlukla müzik, sinema, dizi oyuncuları, spor adamları akla geliyor. Hele ki, genç şöhretler. Yüzlerinin aşinalık kazanması buna bağlı diye mi düşünülüyor acaba? Ayrıca, magazin programının bağlı olduğu televizyonun bir film ajansı var. Mankenlerin bağlı olduğu firmanın sahibi, bir başka kanalda program yapıyor. Diziyi çektiren yapımcı, bir derginin sahibi. Zincirleme bir magazin haberi gibi. Yani çok ünlü bir bilim adamının haberi işe yaramıyor.

“Bol resimli yayın” diye sorulursa bulmaca da filan magazin yazıp geçin. Magazinin en önemli malzemesi kamera kayıtları ve fotoğraflar. Ellili yıllarda yayınlanan “Ses” dergisi sanırım Türkiye deki ilk magazin süreli yayınıdır. O yıllar ve devamında öyle ulu orta bulunmaz, herkes almaz, alan da çoğunlukla pek açıkta okumazdı kanaatimce. Müstehcen denecek resimler vardı ve bir iki satır yazı. Yıllar içinde, açıklığın sınırı değişti, normalleşti ve iyi olmadı. Şimdi sınır tanımayan görüntüler, değişik tarzda müziklerle saatlerce gösteriliyor.

Magazin bilgi ambarı olmaktan çıkalı çok oldu, bol “resimli” yayın güya. Yayılmasa daha mı iyi ne?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hakan Bahçeci Arşivi