
Göstermelik işleri bırakalım!
Malumunuz son günlerde gelen şehit haberleri tüm Türkiye’yi yasa boğdu. Terör örgütü, son 10 yılın en faal günlerini yaşıyor. Aynı şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri de son yılların en ağır darbelerini indiriyor terör örgütüne karşı. Burada ele alınması gereken iki soru çıkıyor ortaya. Birincisi; Terör örgütünün son zamanlarda artan kanlı eylemleri, hükümetin terör konusundaki başarısızlığı mı? İkincisi; Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın da dediği gibi, terör örgütünün son çırpınışları mı? Bu soruların hangisini değerlendireceğiniz size kalmış. Ben burada bu soruları değerlendirmeyeceğim. Benim burada değinmek istediğim nokta, her iki sorunun da ortak noktası: Gözyaşı… Kendinize hangi sorunun cevabını ararsanız arayın önemli değil. Burada önemli olan bir gerçek var, o da neredeyse her gün gelen şehit haberleri ve yüreklere düşen ateş… İnsanın başına gelmeyince bilemiyor. Ama cenazeleri gördükçe, anaların-babaların, geride kalan eşlerin-evlatların o çaresizliğini görünce, içi burkulmayan biri var mıdır? Bingöl Karlıova’daki mayın patlaması sonucu şehit olan Konyalı polis memuru Osman Küçükdillan’ın cenazesini hatırlayın. Geride kalan evladı minik Yakup’un, babasının tabutuna baktığı o çaresizliğin fotoğrafını göreniniz oldu mu? ‘Sözün bittiği yer’ derler ya. Tamda o yer işte orasıydı. Maalesef Türk milleti yıllardır o fotoğrafı görüyor. Peki bu fotoğraflar ne zaman son bulacak?
Millet ve devlet olarak dik duruşumuzu ve kararlılığımızı sürdürdüğümüz takdirde, bu son çok yakındır diye düşünüyorum. Bu kararlılık nasıl olacak peki? Devlet noktasındaki kararlılıktan bahsetmeyeceğim ben. Zaten her gün gerek siyasiler gerek stratejistler bu konuda fazlaca yazıyor, çiziyor, konuşuyor. Burada millet olarak bize düşenlerden bir kaçına değineceğim.
Birincisi: Ülkedeki ahlaki çöküşün önüne geçmek için, yeni nesle, gerekli olan din eğitiminin ve aile terbiyesinin eksiksiz verilmesi gerekiyor. Böylece paylaşmayı bilen, saygıyı-sevgiyi ön planda tutan, din kardeşliği kavramını benimseyebilen, insanlık duygusunu kalben hissedebilen bireyler yetiştirilebilir. Bu da ülke içerisindeki toplumsal çözülmeyi engeller.
İkincisi: Yeni nesli ‘Bu ülkeyi ben mi kurtaracağım?’ mantığından çıkartıp, gençlerimizin üstündeki umursamazlığı ve boşvermişliği ortadan kaldırmak gerekiyor. Bilinçli bir eğitimle, genç bireylerin kendine, ailesine, milletine ve devletine karşı olan sorumluluklarını öğrenmesi, bu sorumluluk bilinciyle kendine düşen vazifeleri yerine getirmesi gerekiyor.
Üçüncüsü: Sosyal medyada, şehit haberleri sonrasında verilen ve/veya uygulanan göstermelik, gereksiz tepkilerden vazgeçip, uygulanabilir, yapıcı, birleştirici tepkiler ortaya konmalı. Her şehidin arkasından profillere konan Türk bayraklarının, durumlara yazılan kınama cümlelerinin kimseye faydası olmayacaktır. Bilinçsiz ve içi boş bu tepkiler, sanal ortamın sanal ürünleri olarak kalacaktır. ‘E ne yapalım, sokağa mı dökülelim?’ diye bir soru aklınıza gelebilir. Hayır tabiki, çözüm elbette bu olamaz, olmamalı. Zaten terörün amacı da bu ülkeyi karıştırmak, ülke içerisinde çatışma ve kaos ortamı yaratmak. İlk iki önerimi değerlendirdiğimiz zaman aslında millet olarak ortaya koymamız gereken tepkinin omurgası az çok ortaya çıkıyor. Yani sanal, gündelik, göstermelik tepkiler yerine her şeyi sorgulayabilen, yapıcı eleştiriler ortaya koyabilen, bunları yapmak için de kendini geliştiren genç beyinlere ihtiyaç vardır. Gayet makul bir çözüm öyle değil mi? Siz ne dersiniz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.