
GDO Neydi ki?
Son zamanların en moda şikâyetlerinden birini hatırlatayım size; “Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz hiçbir şey artık doğal değil azizim, bozuldu ne varsa, şöyle tadıyla kokusuyla bir domates yok kardeşim, katkı maddesi dolu içimiz dışımız.” Eminim zaman zaman siz de dile getiriyorsunuz bu durumu. Şehirlerde artık domates tohumu bulmak zor, köylerimizde bile yok denecek kadar az. Tohumunu üretemiyoruz daha nice bitkinin. Tarım ülkesi olmakla övündük yıllar boyu, çocuklarımıza kendi kendine yetebilen bir ülke olduğumuzu öğrettik. Bir de baktık ki, domatesin bile tohumunu dışarıdan alır olmuşuz. Doğal olan aslında fıtratına uygun olan demektir. Fıtrat, yaratma gücünü elinde tutan yaratıcının bir “var”lığı kendi iradesince var etmesi sonucu oluşan yapıdır. Büyük şehirlerde oluşan şartlar nedeniyle, halk doğal ürünler bulmak konusunda oldukça zorlanır oldu. Konya, Anadolu’nun talihli şehirlerinden biri, birçok bitkinin yetişmesine uygun iklim ve coğrafi şartlar oluşmuş durumda. Kendinde yetişmese bile, komşuluk ilişkisi sayesinde hemen tüm bitki ailesine ulaşmak kolaydır. Kentin çeşitli yerlerinde, doğal ürünlerin satıldığı yerler oluşturuluyor. Marketlerde, doğal ürünler reyonları kuruluyor. Yolu, Meram Yaka’ya düşenler, Çarşamba Pazarının yerine büyük bir Doğal Ürünler Satış Pazarı yapılacağını görmüştür. Bu projeyi hayata geçiren yöneticilerin bunu övünerek anlatacaklarını biliyorum. Asıl mesele o da değil. Bu ülke, nasıl oldu da, kendi kendine yetemeyen ve artık doğal olanı özel pazarda satmak durumunda kaldı? Demem o ki; geldiğimiz yerde bir terslik yok mu? Aslında her şeyimiz doğaldı zaten, ne ara kaybettik, bu aslı? O halde, kaç zamandır yediğimiz, içtiğimiz ne varsa, özü olmayan, yani kendisi olmayandı. Caddelerde, marketlerde kaynamış mısır satıcılığı türedi biliyorsunuz. Mısır, karbonhidrat besin gurubunda, önemli bir besin maddesi. Sanırım GDO besin maddesi olarak ilk onu tanıdık. Yani yediğimiz bu mısır, o mısır değil. Sahi nedir bu GDO? Bir canlıdaki genetik özelliklerin kopyalanarak, bu özellikleri taşımayan bir canlıya aktarılması sonucunda üretilen yeni canlıya Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) deniyor. Soya fasülyesinden aldığınız genleri, mısır yetiştirmekte kullanıyorsunuz. Tabi, bu süreçte birçok kimyasal ve fiziksel işlem yapıyorsunuz. Ne soya ne de mısır artık kendileri olmuyor. Neden buna kalkışıldı? Savunanların kimler olduğuna bakarsanız cevabı da bulursunuz. Onlara göre, verim ve üretim miktarı artacak, yani ekonomi ön planda. GDO çalışmasında önde olan az sayıda uluslararası firma var. Yani, GDO’cular tekel olmuşlar. GDO olarak üretilmiş ürünlerin insan sağlığı bakımından zararlı olabileceğine yönelik itirazlarda var. Zaten, koduyla oynanmış genler, o bitkinin doğal olmasını engelliyor, bu bile o besin maddesinden almayı düşündüğümüz gıdayı almamıza engel oluyor. Bahsettiğimiz konu, hormon ya da üretimde kullanılan ilaç değil. Bu nedenle yürütülen tarımsal faaliyetlerinin şekli de değişmiş olacak. Ürünün, daha kaliteli ve verimin artması ile ilgili çalışmaları insanoğlu hep yapmıştır ancak öze dair, asla dair, bozup yeni bir şey üretmeye dair bir girişim her şeyden önce “doğal” olanı bozmak olacaktır. Bozulma başladıktan sonra, olumlu sonuç beklemek zor değil midir? Ne yapmalı peki? Bunu bugünden yarına çözecek bir yol söyleyemem. Ancak, şu soruyu tekrar etmekte fayda var; bir tarım ülkesi olarak biz neden doğal çarşı, doğal ürün pazarı kurmaya gerek duyduk? Bunca arazi, bunca insan gücü, bunca su kaynağı ve müsait bir iklim varken, neden doğal gıdaya bu kadar uzağız? Yine de tavsiye isteyenlere birkaç öneri verelim; imkânı olan varsa, saksılarda biber, küçük kasalarda domates, birkaç kök de salatalık filan yetiştirsin balkonda, bahçede. Zararı yok, senede bir iki tane versin, tomurcuğunu görmek bile yeter sanırım. “Uğraştığım emeğime, harcanan suya yazık, o su parasına kaç Pazar ihtiyacımı görürüm.” anlayışı bize ait değil azizim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.