Vereceksen huzur ver akıl verme Beki!
İŞTE KARAGÜL'ÜN YAZISI:
Hadi linç edin Davutoğlu'nu!
Akif Beki'nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'na yönelik sözleri bir dış politika eleştirisinin çok ötesinde ve gerçekten ağır cümleler içeriyor. "Davutoğlu'nun ben idraki" gibi sorunlu bir başlık altında sıralanan; "zafer hırsı", "her fotoğrafta boy gösterme ihtiyacı", "gösteri odaklı dış politika", "masrafları hangi ödenekten ve 'ben' davası uğruna mı karşılandı?", "giderek kabaran 'derin benlik' idraki" gibi ifadelerin, mevcut dış politik gidişatı sorgulamakla, doğruyu yanlışı ortaya koymakla hiçbir ilgisi yok.
"Her 'one minute' çıkışına 'two minutes' eklemek yangına benzin dökmek demektir" ise, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Davos'taki 'one minute' çıkışı, Türkiye'yi yangın yerine çevirmek mi oluyor?
"ABD ile ters düştük" zemini, bir hareket noktası olarak zaten sorunlu ve sığ bir yer iken ve gerçekleri tam olarak yansıtmazken, "ters düşme" iç politik manevralar dışında içi boş bir argüman iken, bu hareket noktasının "kişisel öç alma" için kamuflaj gibi kullanılması, hesaplaşma için elverişli bir iklim olarak görülmesi, bu iklimin Davutoğlu'nu linç etme kampanyasına dönüştürülmesi bir talihsizlik gibi duruyor. "Hükümetin dış politikasını görülmemiş ölçüde başarılı buluyorum" diyen biri, bu politikalarda emeği tartışılmaz birine böylesine cepheden saldırıyorsa, ortada "saygı duyulacak" bir eleştiri olmadığını, başka bir hesap olduğunu düşünmek çok da abartılı olmayacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin Büyükelçiliği neden Kudüs'te değil, ABD'nin İsrail Büyükelçiliği neden "başkent" ilan edilen Kudüs'te değil de Tel Aviv'de? Bir çok ülke neden Kudüs'ü İsrail'in başkenti kabul etmiyor? Birleşmiş Milletler kararlarında bile Kudüs neden İsrail'e ait değil, kurulacak Filistin Devleti'nin Başkenti'nin Kudüs olacağına dair iddia sadece Türkiye'ye mi ait? Neden bu söz bu kadar rahatsız edici?
Bırakın Ak Parti'yi, Türkiye'nin geleneksel Kudüs-Filistin politikasında Kudüs'ün yeri neresi? Önce ona baksanıza. Kurulacak Filistin Devleti'nin başkenti Doğu Kudüs olunca, bugün işgal nedeniyle, İsrail'le diplomatik ilişkileri olmadığı için oraya gidemeyenlerin Mescid-i Aksa'ya gideceğini söylemenin İsrail'i rahatsız etmekten başka ne zararı var?
Beki'nin yazısı Davutoğlu'na karşı ciddi bir kampanyanın öncüsü oldu. Ertuğrul Özkök'ün; "Şirazesi çıkmış bu Dışişleri Bakanı" ifadesi, nasıl bir hazımsızlığın dışa vurumu? Beki'nin fazlaca kişisel hırsıyla Özkök'ün hazımsızlığı arasındaki bağın sadece Davutoğlu'nu değil, Türkiye'nin pozisyon arayışını, kendini arayışını vurduğunu elbette anlıyoruz. Durdukları yer faklı olsa da, iki yaklaşımın aynı noktada buluşması gerçekten ibretlik bir durum.
Böyle bir yazıdan sonra, Fatih Altaylı'nın; "Davutoğlu Dışişleri Bakanlığı'na veda edebilir" iddiası en çok Beki'yi heyecanlandırmış olmalı. Peki buradan, böyle bir "harcama" kampanyasından kim kazançlı çıkacak? Türkiye'nin kazanmayacağı ortada..
Son bir aydır yoğun şekilde Batı medyasından Türkiye'ye yapılan nokta atışları izliyoruz. Önce Başbakan Erdoğan'dı hedef. İsrail ile gemi krizinden sonra Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan oldu. Birkaç yıl önce, "Erdoğan Bin Ladin'den bile tehlikeli" gibi akılalmaz saçmalıkları yazanların Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesine karşı akla hayale gelmeyen hakaretler yazanların bugün nokta atışlar yapanlar olduğunu biliyoruz.
Kimseyi elbette bir şeye suçlamıyoruz ama ne gariptir ki, son iki haftadır Türkiye'de okuduğumuz cümlelerin aynısını o metinlerde de görüyoruz. Merak edenler, geriye doğru son bir ayın medya taramasını yapabilir. Batı medyasındaki marjinal değerlendirmeler, cümleler seçilerek yanıltıcı bir resim oluşturuluyor Türkiye'de... İnfaz edilecekler listesi yapılıyor. Kimi "içeriden", kimi "dışarıdan", herkes kendi diliyle vuruyor ama nedense hedefler hep aynı oluyor.
Elbette bu ülkede herkes herkesi, ister siyasi olarak isterse kişisel olarak eleştirebilir, eleştirmeli de. Ancak "kişisel" kanaatleri ve yargıları, Türkiye'nin ortak meseleleri üzerinden konuşmak, Türkiye'nin meselelerine dönüştürmek, öyleymiş gibi göstermek hiç de sağlıklı bir duruş değil.
Davutoğlu'na "haddini bildirme" yazısında da Beki'nin "ben idraki"ni gördük. Oysa, Türkiye'nin, Türk dış politikasının gidişatına yönelik rasyonel eleştirileri tercih ederdik...
İŞTE KAZANCI'NIN YAZISI:
Akif Beki basın sözcülüğünden neden ayrılmıştı?
Sevgili Beki;
Gazetendeki köşende, Ertuğrul Özkök ve Fatih Altaylı gibi senin öngörüne, kaşına ve gözüne öteden beri hayran kalemlere cesaret vermişsin.
Beyefendiliği bir tarafa, Yunan bakanla sirtaki oynaması dışında pek bir hareketini görmediğimiz rahmetlik İsmail Cem'le bile kıyaslansa, Cumhuriyet tarihinin açık ara en yetkin Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu'nu, bazı şeyleri 'senin kadar düşünememekle' itham etmişsin. 'Konuşurken lafın gideceği yeri ölçememekle' eleştirmiş ve ağır faturalardan; sellerden, tufanlardan endişelenmişsin.
Dışişleri Bakanı kontrolü kaybetmiş, Kudüs'ün başkent olmasını ummak ve de orada kılınacak bir namazı hasretle beklemek de bunun delilleri. 'İran'la anlaşma imzalamak esasen sorun değil fakat bunu kutlamaya dönüştürürseniz Amerika aleyhine oy kullanmak zorunda kalırsınız' diye de geldiğimiz noktayı öngördüğünü ima etmişsin.
Söyler misin, kişisel bir sorunun mu var Dışişleri Bakanı ile?
Sevgili Beki;
Davutoğlu, hakkında konuşmanın hiç de kolay olmadığı bir siyasi figür.
Eleştirmek kasdıyla yaklaşırken bile hakkını teslim mecburiyetiyle girişler hep bundan. Sen bu cesareti gösterince diğerleri o yoldan ve de girişi genişletme heyecanıyla coşmuşlar. Niyeyse kendisini her şeyden ve her şeyden anlamak zorunda hisseden Altaylı yine senin öngörüne(!) dayanarak yakında görevden alınabileceğini ima etmiş Davutoğlu'nun. (Evvelce manşetten MİT Müsteşarı ilan etmişliği de var Davutoğlu'nu, utanmak yok tabii.)Ertuğrul Özkök ise 'şirazesinden çıkmış' tabirini -bana göre kesinlikle ne anlama geldiğini bilmeden- kullandığı yazısında, gemiye binip İsrail'e savaşa giden bir mücahit portresini itici olacağı zannıyla Davutoğlu ile örtüştürmeye çabalıyor.
Tartışmalar, izleyenlerin Davutoğlu konusunda daha da bilgilenmesine katkı sağlıyor bana göre. 'Stratejik Derinlik', alanında yazılmış en ciddi eserlerden. Genelde Davutoğlu bu eser üzerinden tanınmaya çalışılıyor ya, sen tutmuş aslında daha iyi tanıdığını da göstermek için olsa gerek, 'Medeniyetlerin Ben İdraki' eserine dikkat çekmişsin. Bana göre, Davutoğlu'nu tarif için mutlaka akıl, fikir, zeka, enerji gibi ifadelerden de faydalanılır ama en esaslı tanımlama için anahtar kelime tevazudur. Tayyip Erdoğan ve de Davutoğlu'na asla yöneltilemeyecek belki de tek itham 'kibir' iken nasıl oluyor da senin aklına tam da bu kelime geliyor?
Her işi büyük başarıya dönüştürme çabası ve ego tatminine bağlamanı anlamakta zorlanıyorum.
Söyler misin, ego ve kibir senin uzmanlık alanın mı?
Sevgili Beki;
Aynı Davutoğlu'nun bir eseri daha vardır, hatta ilk eseri, doktora tezi. Alternatif Paradigmalar. Bana göre senin asıl okuyup anlaman gereken eser de odur. Hem böylelikle Ermenistan'la, İsviçre'de yapılan anlaşmanın imzasındaki mütebessim çehreyi de hatırlama imkanın olur. BMGK olağanüstü oturumunda sağ elinin işaret parmağını kullanarak sesini değil sözünü yukselten Dışişleri Bakanı'yla tanışmış olursun, kendine güvenin artar, ürkekliğinden sıyrılırsın.
Başbakan sözcüsü görevin daha çok yapılan açıklamalardan sonra başladığından olsa gerek, 'öngörü yeteneği' pek değmemiş sana, kabul et. Senden cesaret bulanları da uyar, sana güvenip açığa düşmesinler. Bir yerlerden isimler alıp, yazını siper ederek bugün Dışişleri Bakanı'na yüklenenler aslında kimi hedefliyorlar, ikimiz de çok iyi biliyoruz.
Söyler misin, Hakan Fidan aleyhine ne zaman yazacaksın?
Sevgili Beki;
Bıraktığın görevi başarıyla yürüten halefinin adını kimse bilmiyor; o unvanla maruf olmuş, hâlâ o unvanla anılan sen, tutmuş Bakanlığın 'self promotion' bütçesini sorarak kelime hoşluğu denemişsin, olmamış.
'Davutoğlu resmi bir ziyaret için bir günlüğüne Ankara'da' şeklinde esprilere konu olan bir bakanın ego peşinde koştuğunu iddia etmen büyük bir haksızlık.
Üstelik Elcezire kanalında ailesiyle görüntülenen bakanın verdiği Türkiye imajını da beğenmemişsin. Bu da büyük bir hadsizlik.
Gerçek Türkiye imajı akşamları 'Ulus 29'da çiziliyor, öyle mi?
'Vereceksen huzur ver!' diyordu ya hani şarkı, sen bilirsin, evvelinde ne diyordu?
BİZDE milli spordur:
“İpleri elinde tutan adam”a laf söylemenin belalı olduğu zamanlarda bütün suç, “ipleri elinde tutan adamın en yakın adamı”nın üzerine atılıverir.
Mesela...
Demirel’in devr-i iktidarında Demirel’e laf söyleyemeyenler, Cavit Çağlar’a sövmeyi tercih etmezler miydi?
Mesela...
Ecevit’in mevki sahibi olduğu zamanlarda Ecevit’e bir şey denmezdi de, bütün fatura Hüsamettin Özkan’a kesilmez miydi?
Hatta bugün de...
Kemal Kılıçdaroğlu’ndan umutlarını kesmek istemeyenlerin, “Ah Önder Sav ah” diyerek Önder Sav’ı şeytanlaştırmaları söz konusu değil mi?
* * *
Şimdi de deniliyor ki:
“Dış politikada yaşanan tartışmalı gelişmelerin tümünün sorumlusu Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’dur.”
Peki ya Başbakan Tayyip Erdoğan?
Ona laf yok tabii ki...
O hâlâ cici...
O hâlâ dünya lideri...
O hâlâ strateji dehası...
O hâlâ tartışmasız en iyi...
* * *
Peki neymiş Ahmet Davutoğlu’nun günahları?
Mesela...
“Yakında Kudüs başkent olacak ve hep birlikte Mescid-i Aksa’da namaz kılacağız” demiş.
İyi de kardeşim...
Başbakan Erdoğan da “Kudüs’ün kaderi, İstanbul’un kaderidir” demedi mi?
Şundan adım gibi eminim:
Eğer Ahmet Davutoğlu’nun “Yakında Kudüs başkent olacak ve hep birlikte Mescid-i Aksa’da namaz kılacağız” sözü, önce Başbakan Erdoğan’ın aklına gelseydi, söylemekte bir saniye bile tereddüt etmezdi.
Başka neymiş Davutoğlu’nun günahı?
Mesela...
İran konusunda da yanlış yapmış.
Ne yani?
Başbakan Erdoğan, son derece temkinli ve mesafeli bir İran politikası uyguluyordu da, Ahmet Davutoğlu ataklığıyla bu temkin politikasını altüst mü etti?
Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler’deki İran oylamasında “çekimser” kalmayı planlıyordu da, Ahmet Davutoğlu mu inisiyatif kullanarak “hayır” dedi?
Tayyip Erdoğan HAMAS’a “terör örgütü” dedi de Ahmet Davutoğlu ayrı baş çekip HAMAS’çılık mı yaptı?
* * *
Açıkça yazıyorum:
Eğer dış politikada bir açmaz söz konusuysa bu açmazın baş sorumlusu Tayyip Erdoğan’dır.
Eğer ABD ile ilişkiler bozulduysa ve bu büyük bir sorunsa, bunun da baş sorumlusu Tayyip Erdoğan’dır.
Türkiye’nin İsrail politikasında yanlış varsa, fatura Başbakan Erdoğan’a çıkarılır.
Ya da şöyle söyleyeyim:
Herhangi bir Anadolu kasabasındaki milli eğitim müdürünün atamasına bile müdahale eden Tayyip Erdoğan, dış politikanın temel yönelimlerini Ahmet Davutoğlu’na bırakmaz. Aslında bütün bu izahlara da gerek yok.
Durum gayet açıktır:
Tayyip Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu arasında...
Duygu birliği... Taktik birliği... Dava birliği... Strateji birliği vardır.
Hem de sarsılmaz bir şekilde...
* * *
Peki o zaman kısa bir süre öncesine kadar “Başbakan’ın danışmanı” sıfatını taşıyan bir zat-ı muhteremin, Ahmet Davutoğlu’nu yerle bir etme çabasını nasıl açıklayacağız?
Cevap veriyorum: Şu dört açıklama tarzından birini seçerek...
BİR: Tayyip Erdoğan’dan “Bu Ahmet de kendisini fazla mı önemsemeye başladı ne?” anlamına gelen bir yakınma cümlesi işitmiş ve cesareti buradan almış olabilir.
İKİ: Kendisine “Ne yapıyorsun? Ahmet Davutoğlu’na böyle vurulur mu” diye sorulduğunda “Lütfen çaktırmayın. Ben partide Amerikancı bir kanat oluşturmaya çalışıyorum” şeklinde bir yanıt vererek işin içinden yırtmayı düşünmüş olabilir.
ÜÇ: “Bir tek Başbakan Erdoğan önemlidir. Ona karşı yıkıcı olma, onun dışında kime karşı yıkıcı olursan ol” diye özetlenen “yeni dönemin temel düsturu”na uygun hareket ettiğini düşünmüş olabilir.
DÖRT: Ahmet Davutoğlu’na karşı kişisel bir garezi vardır, fırsatın eline geçtiğini düşünmüş olabilir.
* * *
Aslında bunların üzerinde bile durmaya gerek yok. Üzerinde durulması gereken asıl konu, “Başbakan’ı allayıp pullarken, Başbakan’dan farklı bir yönelimi olmayan Dışişleri Bakanı’nı yerin dibine sokma girişimi”dir.
Kusura bakılmasın ama ben bu tür girişimleri...
“Ben korktum, o korkmadı” diye selamlamam... Üstelik “Tayyip Erdoğan korkusu” ortada öylece dururken...
“İşte cesur adım... Bravo... Gerçekleri olduğu gibi yazdı...” falan diye takdis de etmem...
Çünkü benim açımdan cesaretin ilk koşulu mertliktir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.