'Müslümanlar parçalanıyor'

Müslümanlar parçalanıyor
Konya Aydınlar Ocağında Ortadoğu Siyasetinde Mezhep Çatışmacılığını ele alan Prof. Dr. Ahmet Taşğın, günümüzde Müslümanların coğrafya ve mesaj eksenlerini kaybettiklerini dile getirdi
Konya Aydınlar Ocağı’nda “Ortadoğu Siyasetinde Mezhep Çatışmacılığı”nı ele alan Prof. Dr. Ahmet Taşğın, günümüzde Müslümanların coğrafya ve mesaj eksenlerini kaybettiklerini, mezhepsel parçalanmaya doğru hızla götürüldüklerini söyledi.

Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla Osmanlı hinterlantında eksen kayması yaşandığını belirten Taşğın, “Kendi coğrafyamızı ve mesajımızı yitirdik. Selçuklu ve Osmanlı hinterlandına göre zihnimizi yeniden kurmalıyız” dedi.

Konya Aydınlar Ocağı’nın Salı Sohbetleri’nde, Dünya gündeminden hiç düşmeyen “Ortadoğu Siyasetinde Mezhep Çatışmacılığında Alevi Örneği”ni ele alan Konya Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Taşğın, “Alevilik ve Bektaşilik, Türkiye’de stratejik bir konudur. Oyun yapıcılar, Selçuklu ve Osmanlı coğrafyası haricinde günümüzde Müslümanların coğrafya ve mesaj eksenlerini kaybettirmişlerdir” dedi.
Sille Kültür Evi’ndeki konferansında, Türkiye’de enine boyuna pek konuşulmayan, üzerinde fazla durulmak istenmeyen sahaların başında Bektaşilik ile Alevilik konusunun geldiğine dikkati çeken Prof. Dr. Ahmet Taşğın, Müslüman ülkelerin kendi eksenleri etrafında mezhep kaynaklı çatışma alanları oluşturulduğunu, Ortadoğu’da şianın (alevilik) yok edilmek istendiğini ve Irak’ta, önümüzdeki 10 sene içerisinde sunnilik-şiilik çatışmasının kaçınılmaz olduğunu söyledi.
 
Sohbetini ‘coğrafya ve mesaj’ olmak üzere iki ana eksen üzerine oturtan Prof. Dr. Ahmet Taşğın, “Bu konuları konuşabilmek Osmanlı’yla mümkün olabilir. Osmanlı üst şemsiyesi olmadan bu konularda ne söylersek bizim lehimize sonuçlanmayacak neticeler doğurur. Alevilik yada Bektaşilik konusunun anlaşılabilmesi ve konuşulabilmesi için bu iki eksenin kendi içindeki katagorileriyle düşünülmesi gerekir. Selçuklu’da beylikleri, bir derviş etrafında boy ve oba teşkilatlanmasıyla hem soy ve hem de tarikat anlamında birbirlerinin akrabası olan bu toplulukların gittikleri her yerde kendi atlarını nallayan, değirmenlerini kuran, tarlarını eken, kendi örfi hukuklarını cari olarak sürdüren insanların nasıl bir organizasyon yürüttüklerini anlamadan, konuşmadan Alevilik ve Bektaşilik konusu anlaşılamaz. İkincisi de, bu kadar geniş coğrafyayı nasıl vatan tuttukları, şenlendirdikleri de anlaşılmadan takip edilemez” dedi.  
Bu konularda Türkiye’de, şimdiye kadar Ömer Lütfi Barkan’ın dışında kimsenin kafa yormadığına dikkati çeken Taşğın, ne Türklerin dünyasında ne de Müslümanların dünyasında bir coğrafyanın olmadığını öne sürerek “Biz, coğrafik eksenimizi kaybettik ve kafamızda birşey canlanmıyor. Somali mesela neden Müslümanlar için önemlidir? Anlamı yok bizim için.. İsrailliler ve Amerika orayı neden bombalar? Mesela Çevik Bir, BM’nin ve NATO’nun bir komutanı olarak o topluluğun aristokratlarını toplu bir binada 100’den fazlasını neden öldürür? Biz bunu anlayamıyoruz bir kere. Çünkü coğrafyanın ehemmiyetini anlayamıyoruz. Coğrafya ekseni alanında İslam’ın buralara taşınması, götürülmesi ve bu davetin götürülmesine dair temel pratiği yok bizim kafamızda.  Dünyamızdan, farkında olmadan çekilip alınmış.
 
İkincisi de mesaj gitmiş. Özellikle son 150-200 yıl tarikatlara olumsuz anlamda, işte tarikatlar mücminlerin yeridir, düşünce yürütemeyenlerin yeridir.. ya da uyuşturulmak istenen insanların gittiği bir yerdir, diye bütün bu olumsuz işaretlerle hepimizin mesajı da bu anlamda gidiyor. Bu bakımdan da Alevi ve Bektaşilerin, Ahmed Yesevi Hazretleri’nden bu tarafa daha sistematik ve yeni bir üslup ve yeni bir erkana onun zuhuruyla dönüştürülen bu yapının mesajı da artık bizim dünyamızda yok.. Alevilik ve Bektaşilik Türkiye’de çok stratejik bir konumda olmasına rağmen (özellikle muhafazakâr ve mütedeyyin çevreler açısından söylüyorum) bizim düşmanımız olarak tanımlandırılmasını çok çabuk kabul edilir bir yere taşımıştır. Ya da “aslında” diye başlayan ve mevcut Alevileri de biçimlendiren yeni bir dile dönüşmüştür” diye konuştu.

TEKKE VE ZAVİYELER NEDEN KAPATILDI?
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte Osmanlı hinterlantında bulunan bütün Bektaşi tekkeleriyle olan irtibatın da ortadan kaldırıldığına işaret eden Prof. Dr. Taşgın,  “Osmanlı sınırları içerisindeki Bektaşi tekkeleri, Cumhuriyet diye yeni bir devlet kurulduğunda bunun ilk icraatlarından bir tanesi tekke ve zaviyeleri kapatmak oldu. Dolayısıyla Kahire’deki Kaykusuz Baba’nın dergâhında duran Bektaşi Babası’nın gideceği yerin muhatabı ortadan kalkmış oldu. Bağdat’ta Gürgür Dede’nin dergâhı ve tekkesindeki babanın gideceği yer kapanmış oldu. Balkanlar, Ortadoğu ve Ortaasya’da bulunan dergâhlardaki  dervişler ile Alevi ve Bektaşi toplulukları, Oğuz teşkilatlanması üzerine kurulu topluluklardır. Türkmen ailelerle birlikte bir köye gidip yerleşiyorlardı. Yerleştiklerinde tarlayı, bahçeyi, değirmeni, arabaları, atları ile her bir şeyisiyle varlık oluyordu. Birbirlerine olan bağlılık ve tutkunlukları da bir sonraki köye ve sonraki köye bağlanıyordu. Zaviyelerin böyle teşekkül ettiğini, bunun aynı zamanda bir haberleşme ve güvenlik şeridi de oluşturduğunu, en uzaktan merkeze doğru sürekli haberlerin aktığını, hızlı bir şekilde hem tımara, hem askeriyeye ve hem de vergiye dönüştüğünü, böylece buraları vatan kıldıklarını anlayabiliyoruz.  O bakımdan da bu coğrafya o insanların kafasında vardı.
Tekke ve zaviyeler neden kapandı? Osmanlı’nın tekke ve zaviyeleri kapalı olmasaydı, biz o zaman Afrika’daki bütün sufi gelenek ile bağlantılarımızı bir şekilde sürdürmüş olacaktık. Kaldı ki, Osmanlı’nın son döneminde bulunan tarikatların yüzde   90’ı bugün kayboldu. Artık bunlardan söz edilmiyor. Onları hem entelektüel anlamda, hem sanat ve edebiyat, hem de sosyal hayatta tamamına dokundukları yerlerdeki etkileri de artık hayatımızdan çıktı. O yüzden de böylesine saldırgan, böylesine tahammülsüz, böylesine hoşgörüsü olmayan insanlara dönüştük. Aradaki hava koridorlarımızı bir bir kapattıkları için ve onların sunduğu mesajlar da alındığına göre; o zaman yeni mesajları, Firavun’un ve onun sihirbazları hangi araçlarla üfürüyorlar o takdirde bize.. Bu yaşadığımız çatışma alanının coğrafyası kaybolduğuna ve mesajı da gittiğine göre; II. Dünya Savaşı’ndan sonra bu müstemleke ve sömürgeci adamlar, bizim erkeklerimizi öldürdüler ve kadınlarımızı da diri bıraktılar. Erkeklerimizi öldürmekten kasıt, onların vakarlarını, onurlarını düşürme, yeryüzünde Allah’ın halifesi olma ve Allah’tan başkasına kul ve köle olmamanın şerefi, namusu üzerinde durmanın itibarını yok ettiler. Bunu yok ettikten sonra da bu defa her birimizin aklına, mahallesine, sokağına, evine, ruhuna, kitabına, sözüne, söylemine bunu yerleştirdikten sonra da bu defa; II. Dünya Harbinden itibaren de bizi kendi tarihsel çatışma alanlarımıza ve eksenlerimize doğru çekmeye başladılar. İşte şiiler-sunniler çatışıyor, hariciler çatışıyor. . zihinsel alt yapısı hazırlanan bir yerde, doğrusu sivri şeyleri söyleyenler ile söyleten adamlar da aynı adamlar oluyordu. Biz bu tarihsel çatışma alanına davet edildik. Hiç kimse birbirini dinlemeden konuştu. Herkes aynı anda konuştuğu için buradan bir rahmet de üretilmiyor.. Çünkü geçişi sağlayan ara topluluklar yok edildi. İran’da aleviler ve sünniler yok ediliyor. Türkiye’de aleviler yok ediliyor, sünnileştiriliyor. Ve bu bir devlet politikası gibi görülüyor.
 
Hatta ve hatta en dindar, en muhafazakâr ve en milliyetçi insanlar alevileri sünnileştirmeye çalışıyor. Bu çatışma alanı daha da son noktaya gelmiş durumda.. Bu iki alan sünni dünyada, selefilik ve vahhabilik üzerinden sürekli hızlandırılıp biçimlendiriliyor. Şii dünyada da aynı şekilde şiilik versiyonuyla sürdürülüyor. Fakat bütün İslam dünyasında aynı program uygulanıyor. Irak’taki savaşın temel kavgası budur. Yemen’deki kavga da budur. Irak’ta yarısı sünni, yarısı alevi kavga ediyor. İran, şiilik üzerinden bu operasyonel kavganın bütün finansmanını sağlıyor. Önümüzdeki 10 yıla kadar da bu savaş kaçınılmaz. Suriye’de de bu devam ediyor. Suriye’de Hafız Esed’in hızlı ve acımasız iki destekçisi var. Biri İsrail, diğeri de İran. Bütün fetvaları da İran veriyor.  Böylece Ortadoğu şimdi Alevilerin yok edildiği, şii - sünni cepheleşmesiyle de ara toplulukların yok edildiği bugünkü duruma geldi.
Coğrafi eksen ile mesaj ekseni kaydığı için bizim Müslümanlığımız da anlaşılmıyor.”

ÇATIŞMA ALANLARI OLUŞTURULDU
Türkiye’de Cumhuriyet ile birlikte Alevilerin, CHP’ye havale edilerek sistemin ortakçıları olarak kılındıklarını, Türkmenlerin de MÇP’ye havale edilerek onun üzerinden devletin parçası haline dönüştürüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Taşğın, “Hepsi devletçi olmuştur. Aleviler her zaman merkezin karşısında durdular. Türkiye’de Aleviler, Sünnilerle çatışıyor. Sünniler de onlarla.. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla da çatışma alanımız daha da derinleşti” dedi.
 
80’lerden sonra toplumun siyasal İslam ile ideolojik İslam’ın başgösterdiği bir alana taşındığını ve Müslümanların, kendi içlerinde birden fazla çatışma ekseni alanlarına çekildiklerini belirten Taşğın, “Hâlbuki bütün bu toplulukların her biri müstemleke ile savaşıyor” diye konuştu. Prof. Dr. Ahmet Taşğın, çözüm noktasında da şunları dile getirdi: “Kendi coğrafyamızı ve kendi mesajımızı yitirdiğimize göre... Birincisi, Selçuklu ve Osmanlı hinterlandına göre zihnimizi yeniden kurmalıyız. Buna göre uğraşmalıyız, çabalamalıyız.
İkincisi, İslam’ın mesajı nasıl bir mesajdır? Bugünkü konuştuğumuz İslam, gerçekten bu coğrafyaya uygun, şu günkü parçalanmayı destekleyen, koruyan bir mesaj mıdır? Bundan nasıl kurtulabilecek ve yeni bir din nasıl üretilecek? Buna biraz dikkat etmemiz lazım

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum